8 Şubat 2010 Pazartesi



BU GÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM


İç Anadolu’nun ortasında. Bundan yaklaşık kırk küsur sene evvel bu günlerde.


Kırıkkale’de,


Bozkırın ortasına kurulan bu sanayi şehrinin altyapısız mahallelerinin birinde, Hani şimdilerde Getto denilen yerlerin birinde,


Bir bebek dünyaya gözlerini açar. Yeni kurulan ve aniden büyüyen bu yoksul şehrin altyapısız sokaklarında, insanların birbirini uzun yıllardır tanıdığı mahallelerinde hayatı öğrenir.


Bu mahalle nasıl bir mahalle diyen gençlere ve bilmeyenlere için kısa bir özet yapalım.


Benim mahallemde,


Komşumuz Ankaralı Sadık Dayı vardı. Mahallenin en enteli diyebiliriz. İlk Tv’yi o almıştı. Sondaj kuyusuna ve kâhyası için ayrı bir eve sahip olan tek kişiydi.


Hemen ilerisinde ki evde Aziz Dayı yaşardı, Çok dayağını ve aynı zamanda ondan daha çok meyvesini yediğimiz kişiydi.


Kırmızı güllerini ve dutlarını unutmadığım harika bir bahçesi vardı.


Karşısında Zekiye abla ve Dursun Dayımlar otururdu.


Bahçeleri çok bakımlıydı. Çocukluğumun o güzel yılları içinde oğulları Köksal en iyi arkadaşımdı.


Onların evinin yanında Musa Dayı ve Ayşe halam vardı. Çocukları Seyitle de çok iyi anlaşırdım.


Şahin Amcamın evi yol üstündeydi. Kendisi öz amcam hanımı öz teyzemdi kısaca en yakın akrabamızdı. Okula gidişte, dönüşte, acıktığımda, susadığımda bazen de Musa Dayının kara köpeği zincirden boşanıp üstümüze atladığında, ya da tıslayıp koca kanatlarını açarak üstümüze gelen o kazı saldırdığında sığınacak tek kapımdı.


Amcamın oğlu Hacı Musa ise en yakın sırdaşım dostumdu.


Ana yola çıkarken geçtiğim yolun iki tarafı briketti.


İlk yazılarım o duvarın üstünde yayınlanmıştı.!


Bir tarafında Hüsnü dayının evi, bir tarafında Kadir ağabeyinin duvarı vardı.


Yol bir meydana açılırdı. Karşıda Camimiz vardı. Kadir Hoca’da İmamımızdı. Hey gidi hey, az uğraşmadı bizimle sureleri elif ba’yı öğreteceğim diye. Caminin balkonunda ders esnasında, arkalarda uyuklarken kafama yediğim o Uzun sopasını unutmadım.


Bizim durağın adı, Kel Mustafa Durağıydı Kel Mustafa amcam eski avcı balıkçı bilgin âlim bir adamdı.


Oğlu Ömrü ağabeyinin kahvesine takılırdık.


Sigara o zamanlar öyle serbestti ki abartmayım ama neredeyse içmeyeni dövüyorlardı.


Babam o kahve için kapısından çıkan dumanlara bakıp döküm ocağı derdi.


Delikanlı çağımızda arabesk dinlerdik. Minibüslerimizn ardında yazılar vardı. Ferdicilerin favorisi Yuvasız Kuşlar olurdu. Orhancıların ise hatasız kul olmaz


Amcalarım İlhami, Selami, emmioğullarım satılmış, Osman, Halil, Bilal emminin oğlu Ali, Mevlit Amcamın çocukları, Dursun dayımın oğlu Apti abi ve bir sürü akrabam hemen hepsi minibüsçüydü.


Benim Mahallemde büyüğe karşı saygıyı büyükler kendilerinden büyüklere saygı göstererek öğrettiler.


Benim mahallemde küçüğe sevgiyi küçükler kendilerinden küçükleri severek öğrettiler.


Biz bir aileydik.


Bütün yaşlılar dedemiz, ninemiz(Ebemiz) di.


Bizden büyükler ya ağabeyimiz, ya amcamız, ya da dayımızdı.


Artık o mahalle yok. O mahalleyi oluşturanlar çoktan rahmetli oldular. Onların çocukları artık torun seviyor.


Ben çok uzaklardayım.


Mahalledeki o kerpiç evler çoktan yıkılmış. Betona dönmüş her taraf. Erik çaldığımız bahçeler viran olmuş. Büyükler büyükleri tanımazken küçüklere sevgi kalmamış.


Kahve bile değişmiş. Artık duman bile çıkmıyor kapısından.


Baba ocağı deyip yılda bir ya da iki kez kapısını çaldığım şu kapının bulunduğu yer bile bana yabancı oysa çocukken burası çayırlıktı.


Top oynayıp uçurtma uçururduk.



Hayatın bir yılı daha geride kalırken bir yıl daha yaklaştık o bilinmeze.


Bu gün benim doğum günüm.


İlk kez 30’lu yıllarda kutladığımdan pek alışkanlık yapmayan bu günümü hatırlayıp değer veren herkese tüm dostlarıma teşekkür ediyorum.


Hayatımı anlamlı kılan değerlerden biri de sizlerle olan tanışıklığım birlikteliğimdir.


Bana iyi ki doğdun diyenlere ben de diyorum ki..


İyi ki varsınız,


İyi ki sizi tanımışım diyorum.


Cebrail KELEŞ..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder