11 Eylül 2009 Cuma

YİĞİDİM ASLANIM ŞEHİDİM GÜLE GÜLE...










































































































Meydanda Şehit Jandarma eri Burak KAPUCUOĞLU’nun cenazesini bekliyoruz. Hava bulutlu. Dokunsan dökecek damlalarını. Tıpkı benim gözlerim gibi.
Nasrullah Camisinin önünde Mahşeri bir kalabalık var. Tören Kıtasındaki Askerler bir köşede kendilerine çeki düzen veriyorlar. Bir köşede Gaziler yerlerini almış.
Kalabalık bekliyor.
Bekliyor, bekliyor.
Biraz sonra bir hareket oluyor.
Önde askeri eskort arkada bir cenaze arabası Meydana yanaşıyor.
Kalabalık şöyle bir kımıldıyor.
Cenaze arabasının kapıları açılıyor. Arkadaki arabadan birkaç kişinin kollarında gözü yaşlı bir ana iniyor.
—Şehitler ölmez vatan bölünmez Bölücüler sevinmesin geriden bir evladım daha geliyor. Sevindirmeyeceğim sizleri diyen bir ana iniyor. Kahraman bir askerin kahraman annesi.
Ama sonuçta anne. Orada bir adım önünde bayrak altında yatan oğlunu görünce dayanamıyor.
—Nolursun komutanım bir kez göreyim. Diyor.
Sesi kalabalığın uğultusunda pek bir cılız kalıyor bir kez daha söylüyor.
—Nolursun komutanım son bir kez.
Cümlesini tamamlayamıyor. Hıçkırıklara boğuluyor. Yanındakilerin kollarına bırakıyor kendini.
Şehit Cenazesi arabadan indirilirken bir yakını daha feryat ediyor.
—İşte açılımınız diyor.
Yürek dayanmıyor. Tüm kameralar bakışlar o yakına çevrilmişken, Ananın sesi o gürültünün arasından duyulmuyor bile.
—Nolursun Komutanım son bir kez.
Askerlerin omzunda şehidimiz camiye gidiyor.
Namaz kılanlar içeri sığmayıp meydana taşıyorlar. Tüm meydan Namazda.
Şehidim için soruyor Hoca.
Hakkınızı helal ettiniz mi?
Herhangi bir hakkımız var mı ki helal edelim.
Bizim için vatanı için en kıymetli şeyini canını veren şehidim.
Sen hakkını helal eder misin bizlere.
Ya sen gözü yaşlı anam. Biricik evladını, canının yarısını kara toprağa veren anam.
Sen bizlere hakkını helal ettin mi?
Off ki off. Askerlik çağında erkek evladı olan bir baba olarak içim acıyor.
Yiğidim aslanım şehidim güle güle..

5 Eylül 2009 Cumartesi

ÇELİK TELE İLMEK ATAN KADIN.





























































Hikâye oldukça eski.
Araç yolunda ki Ahlatçık adlı küçük şirin bir köyde gariban, fakir Köz ailesinin bir erkek çocuğu olur.
Baba sevinçlidir ama doğan tüm çocuklarını zamansız toprağa vermiştir. Bu çocuğun da yaşayacağına inancı pek yoktur. Yine de bir umut olarak der ki,
—Bu çocuğa bu civarda hiç olmayan bir isim vereceğim. Belki yaşar. Baba düşünür taşınır ve oğluna ismini kulağına ezanla birlikte üç kez söyler.
—Ata, ata, ata.
Gerçekten de yaşar o çocuk.
Ata bebek büyür okula gider. Silgi yerine şişe tıpası kullanan renkli kalemi ilk kez 4.sınıfta gören bu zeki çocuk okumak istese de fakirliği izin vermez.
İlkokul sıralarında yolu bir gün mahkeme altı çarşısına düşer. Bir dükkânın önünde büyülenmiş gibi durur kalır. Seyrettiği mıh, çivi yapan bir demirci ustasıdır. Hayran olur ustaya ve O’nun yaptığı işe.
—Allah’ım der. Böyle bir dükkânı bana da nasip et.
Aradan yıllar geçmiştir. O ilkokul talebesi çocuğun duası kabul olmuş. Dışarıdan hayranlıkla baktığı o demirci dükkânının sahibi olmuştur.
Evlenir karşı köyden biriyle. El ele omuz omuza verir çalışırlar. Evde de işte de hayatta da ortaktırlar artık.
Kriz herkesi vurmuştur. Köye köylüye yönelik ürünler satmaz olmuştur. Kimsenin demir işlerini almadığı o dönemde ağlaşmak yerine farklı arayışlara girer. Ne yapalım derken bir tezgâh satın alırlar. Çit teli örme makinesi. Nalbur Ata’nın işleri kendine yetmektedir. Bu tezgâha da bir usta gerekince eşi dur bakalım der. Sonuçta örgü işi değil mi yaparım Evvel Allah der.
Artık kazak ören eller çit teli örmektedir. İlk zamanlarda çok zorlansa da artık o narin parmaklar tezgâhta tel makinesinde ustalaşmıştır.
Hikâye bitince bu işin nasıl yapıldığını merak edip Nebahat Ustayı çalışırken bir müddet izliyorum.
Daracık bir yerde çelik teli ilmek ilmek dokuyup çit yapmak öyle sanıldığı kadar kolay değilmiş. Onu seyrederken ben yoruluyorum. Anlattığına göre en ufak bir konsantrasyon eksikliği telin ilmeğini sırasını bozuyormuş. Elleri gözleri öylesine uyum içinde çalışıyor ki takip etmek bile zor oluyor. Bu hıza rağmen yine de bir top tel için bir gün çalışmak gerekiyormuş.
Ata usta eşiyle gurur duyduğunu anlatıyordu. Hayat arkadaşım diyorlar ya gerçekten o benim hayat arkadaşım, iş ortağım ustam derken mutluluktan gözlerinin içi gülüyordu.
Örgü şişi yerine tezgâh, ip yerine çelik tel kazak yerine çit teli ören bir kadın.
Kriz olsa da çalışarak üreterek yine de ayakta kalan bir esnaf.
İki hayat arkadaşı.
Yoklukta ve varlıkta birbirine destek olan, günümüz gençliğine örnek gösterilecek bir çift.
Elindeki şişi yumağı bırakıp kocasının yanında çeliğe ilmek atan kadın, çocukluk hayalini gerçeğe dönüştüren bir mutlu adam.
Selam olsun size.