10 Aralık 2010 Cuma

“LOÇ’UN GÖZYAŞLARI”

KAYIP DÜNYANIN CENNETİ

Saat sabah 5.00’i gün ağarmamışken Kastamonu’dan Cide’ye doğru yola çıkmışız. Aralık ayına girmişiz ama hava sonbaharın ilk günlerinden kalma sanki.

Oyrağın rampasından Devrekâni yönüne bakıyorum, hafif bir kızıllık görünce içim kıpır kıpır ediyor huysuzlanıyorum. Oyrak’ı aşınca kızıllıkta iyice belirginleşiyor. Seydileri Devrekâni Kavşağını hızlıca geçiyoruz, Küre yolundan devam edip Ödemiş’ten sağa dönüyoruz. Geç kalmışız. Çoktan güneş Kepez Kayalıklarının arkasından yükselip kızıl alevleriyle bulutları tutuşturmuş bile.

Barajı gördüğümüz ilk yerde araçtan inip kıyıya koşuyoruz. Ama barajın kıyısına ulaşmak öyle kolay olmuyor. Çünkü su yeni çekilmiş, zemin batak ve yumuşak mil kaplı.

Yine de muhteşem gökyüzü manzaralı baraj manzarasının güzelliklerinden çoğunu yüreğimize az bir kısmını da makinemize hapsedip yola devam ediyoruz.

Ağlı’da Çakır oğullarında her zamanki İşkembe Çorba’sı molamızı verip eski dostum Şenol’la demli sabah çayının eşliğinde kısa bir sohbet yapıyor ve Ağlı Kalesine çıkıyoruz.

Kalenin zirvesindeki kayalıklardan, uçurumun kenarından aşağı Ağlı’ya bakıyorum.

Dilimin ucuna bir şiir geliyor. Sessizce kendi kendime söylüyorum.



Ne demiş uçurumda açan çiçek

Yurdumsun ey uçurum



Cemal Süreyya



Yolumuza devam ediyoruz. Şenpazar yolunda ilk olarak Sada köyü var. Burası özellikle sonbaharda fotoğrafçıların vazgeçemediği yerlerin başında geliyor. Tabi Dereli tekke, Valay ve Kalaycıyı da unutmamak lazım.

Şenpazar’da durmuyoruz. Harman gerişten yukarı Tatlıca ya doğru yokuşa sarıyoruz.

Dağlı geçidi sisler altında.

Şenköy,Çamdibi,Hamitli,Karakadı levhasından Loç Vadisine dönüyoruz.

İlk virajda bizi Dağlı Kuylucu ya da yöresel ismiyle “Yerin Kulağı”nın olduğu doğal güzellik, su mağarası levhasını görüyor ve duruyoruz.

Ağaçlar ardından derin bir uğultu gelse de kendisini göremiyorum. Belgeselci Cemal Gülas’ın kamerasından TRT’de izlediğim kadarıyla harika bir yapı.

Virajlar bir biri ardına dönüp aşağı inerken her dönemeç bizi farklı bir dünyaya açıyor. Bir yanda kayalar, bir yanda ormandan bir örtü. Ortada yeşil bir dere çağlıyor. Malyas diyorlar adına.

Devrekâni Çayı, küllerinden yeniden doğan Zümrüd-ü Anka misali bir dere. Kanyonları oluşturan bu dere birbiri ardına sıralanmış beş büyük kanyonu oluşturuyor. Biri bittiği anda bir diğeri yeniden doğuyor. Devrekâni çayı yatağı üzerinde kendi kendini beş kez yeniden yaratıyor.

Vadinin başka bir ilginç tarafı bir yüzünün, Akdeniz, öteki yüzününse Karadeniz özelliği taşıması, bu tip vadilere yeryüzünde çok az rastlanıyormuş. Şöyle ki vadinin güneye bakan yamaçlarında Akdeniz bitki örtüsüne özgü sandal ağaçlarından oluşan eşsiz ormanlar

uzanırken kuzey yamaçlarında Karadeniz'in nemli kayın ve köknar ormanları olması, ayrıca Ilıman bölgelerin ağacı olan çınar ile soğuk iklimlerin ağacı olan sarıçamın yan yana büyümesi bu vadinin eşsiz güzelliğine bir kanıt olarak gösteriliyor.

Loç vadisi bu günlerde çok tartışılıyor. Konuşuluyor. Ben bu konulara girmeyeceğim. Uzmanlar gerekeni söylüyorlar.

İl Özel İdaresinin yaptığı köyler alanında Türkiye’nin ikinci büyük köprüsü olan Gökçeler Köprüsü altında, sacımı ateşin üstüne koymuşum. Üstüne de kavurma olacak malzememi döşemişim. Elimde tahta kaşık üstten karıştırıyor alttan veriyorum coşkuyu.

Saç kavurmamızı, yanı başımızda çağıl çağıl çağlayan Malyas’ın milyonlarca yıldır hiç değişmeden söylediği türküsünün eşliğinde yiyoruz.

Hava bulutlu, hava sıkılgan ama bu durum çok sürmüyor.

Üstten bir yağmur dökülmeye başlıyor.

Hem de inceden inceye.

Tek bir kare çekiyorum.

Bir doğasever olan Uğur Gürsoy dostuma bu anın fotoğrafını gösterdiğimde şöyle ifade ediyor.

—Bu yağmur değil Loç’un gözyaşlarıdır…