21 Şubat 2013 Perşembe

CEMRENİN PEŞİNDE



“Karadeniz Türküsünü dalgalara emanet edermiş, söylensin diye kıyılara çarptıkça”



Cemre düşmüş dediler.
Üstelik havaya düşmüş deyince düştüm yollara.
Havaya düşen şey kesinlikle yere inmiştir diye düşünüp, Ilgaz’ın doruğunda aradım Cemreyi.
Bulamadım.
Kar altındaydı zirve.
Eriyen kar sularının peşine düştüm belki Cemre karışmıştır diye.
Ne Küre dağlarında, ne yaralı gözde ne Ballıdağ’da bulabildim. Karlı dağların zirvesinden ovaların yeşilliğine indim.
Şenpazar sefer’de caneriklerinin bembeyaz çiçeklerine, cemre nerede diye sordum.
Bilemediler.
İnebolu Eyrik’de Zarbanada nergislere sordum yok dediler burada değil.
Cemrenin izini sürdüm,
Kastamonu dağlarında eriyen kar sularını takip ederek indim düze, önce deniz kokan bir rüzgâr yaladı yüzümü, sonrasında da dalgaların kıyıya vuran sesini duydum.
Karadeniz karşımdaydı.
Dediler ki,
“Karadeniz Türküsünü dalgalara emanet eder, söylensin diye kıyılara çarptıkça”
Dalgalar bana bir türkü söylediler,
Aradığın Cemre senin içindedir.
Bir bak gönlüne kışı bitmiş, bahar gelmiş mi diye.
Baktım.
Kış güneşi çıksa da zaman zaman ısınsa da azıcık yalancı baharda,
Anladım ki Cemrem henüz düşmemiş gönlüme.
...
Cebrail Keleş







18 Şubat 2013 Pazartesi

ARZUHALCİ

ARZUHALCİ


Yaşlıydı…
Başında mavi bir kasketi vardı.
Sırtında rengi atmış üç düğmeli bir ceketi,
Kim bilir belki de siyahtı ilk rengi.
Boynunda bir kravat bağlıydı .
Yaz kış hiç çıkarmadığı.
...
Önünde bir daktilo,kendinle yaşıt.
Küçücük masasının üstünde birkaç kağıt.
İşte hepsi bu kadardı.
Emekli Adliye Katibinin eşyası.
...
Sokağın köşesinde bir tentenin altında,
Yaz kış görürdüm otururken masasında.
Bazen birkaç köylü olurdu başında.
Uzun uzun dinleyip,düşündükten sonra,
Yazardı o emektar daktilosunda.
...
Bütün esnaf sayardı. Severdi. Emekli Katibi.
Belki de kaybolan bir geleneğin son temsilcisiydi.
Her sabah hiç şaşmaz ,hep aynı saatte gelirdi.
Eskiydi.Soluktu ama tertemizdi,ütülüydü elbisesi.
Tıraşlı yüzü pırıl pırıldı.Daima gülümserdi.
Adını bilen pek yoktu ama tanırdı şehrin hepsi.
Akşam olunca itinayla toplardı masasını.
Daktilosunu uzun uzun okşar sevgiyle kapatırdı.
Yavaş adımlarla giderken evine herkesi selamlardı.
...
Bir sabah gelmedi boş kaldı masası.
Hastaymış dediler,büyükmüş derdi.
Çok değil aradan birkaç gün geçti.
Masada bir daktilo üzerinde bir kağıt..
“Satılık antika daktilo”
...
Biliyorum şehir aynı şehir ama…
Eksik bir şeyler var.
Bu şehrin sokaklarında…




       



Cebrail KELEŞ



17 Şubat 2013 Pazar

BEYLER BARAJINDA BİR BALIK MACERASI

Balıkçılar…
“Kastamonu da tanıdım onu dünya tatlısı bir insandı.Adı Balaban uzun boylu ,iriyarı güleç yüzlü kırmızı yanaklarıyla yaramaz bir çocuk kadar sevimliydi.Biraz balık etliydi. ( Bu balığın boyutları yunus ile balina arasındaydı )hemen hemen tüm dostlarım gibi o da uzman.! Bir balıkçıydı. Bir gün yanıma geldi ..

-Şefim bir yer biliyorum acayip at at çek Boşa olta sallamak yok en küçük balık papuç gibi diyerek 45 numara ayakkabılarını gösterdi.

-Balaban bak şimdi orda balık tutmak yasak,Köylüler şikayet ediyor,jandarma hemen gelip oltaları topluyor dedim. Oralı bile olmadı

. -Şefim buralarda yenisin sen henüz tanımamışsın beni anlaşılan o civardaki tüm köylüler beni gördükleri yerde önlerini ilikler “abi bir isteğin var mı ?Balık tutmaktan yorulduysan emret dalıp çıkaralım kaç kiloluk olsun sipariş ver” yeter derler.Jandarma desen daha dün akşam birlikteydik.komutanlarıyla dedi ama..

Yinede içimde bir his bu işin sonunu pek iyi görmüyordu.Balaban beni ikna etmeyi başardı.İkimiz bir hafta sonu onun minibüsüyle yola çıktık.Oldukça yakın sayılırdı.gidiş geliş toplam yüzelli kilometreyi buluyordu.!......... Giderken biraz yiyecek karpuz ekmek vs. bir şeyler aldık Beyler Barajı yol ayrımından içeri girdik.sabahın erken bir vaktiydi.

Minibüsü park ettik kıyıya.. Balabanın Minibüsü deyip geçmemek lazım Adam araba değil ev döşemiş sanki ,Sadece ön koltukları orijinaldi,Arka kısımdaki koltuk-çekyat karışımı şeyleri Kelebek Mobilyadan on taksitle aldığını , tabandaki halının hakiki el dokuma İran halısı olduğunu iddia ediyordu. Baraj kıyısında bizden başka kimse yoktu

.Balabana “Bak bizden başka kimse yok sence bu biraz garip değil mi ? “ dedim.Onun umurunda bile değildi bir yandan üçlü koltuğu arabanın arkasından çıkarmaya çalışırken bir yandan da“daha iyi Şefim oltaları istediğimiz yerden atabiliriz ”dedi.

Malzemeleri çıkardık Balabanın her şeyi,şamandırası bile özeldi. Dikkatle,özenle ucundan tuttuğu şamandırayı elinde evirip çevirerek inceliyor, tozlanmış yerlerini kazağına silerek parlatıyordu. Baktığımı görünce açıklama ihtiyacı hissetmiş olmalı ki elindeki şamandıranın özelliklerini anlatmaya başladı.Mübarek altı üstü on santim bile gelmeyen plastik bir cisim değil de sanki son teknoloji ürünü bir iş makinesinin yeni geliştirilen hidrostatik kavramalı şanzımanı

-Şefim bu var ya bu at bunu suya ne dalga yapar ne ses çıkarır.Balığın ağzına atsan balık sudan çıkıncaya kadar fark etmez .Öylesine hassas bir alet.Ağırlık merkezi. mükemmel Bununla yüz metreye kadar nokta atış yapabilirsin,geçen akvaryumda denedim lepistes balığının yavrusu misinanın yanından geçerken bile şamandıra titremeye başladı.

Ben iyice merak ettim bu acayip aleti.ver bir bakayım dedim demez olaydım.arabasını gözü kapalı emanet eden adam birden bire sarardı bozardı lafı değiştirmeye çalıştı ben iyice üsteledim ver çabuk şunu deyince mecburen uzattı ama eller başladı titremeye.

-Aman şefim gözünü severim dikkatli tut düşmesin,fazla sıkma ,yeter çok baktın ver artık .Demeye başladı.

”Bende alayım bundan nerden aldın bunu” dedim Kasılarak

“-Valla şefim fabrika bundan sadece bir adet o da yanlışlıkla üretmiş ben bunu balık malzemeleri satan bir dükkanın vitrininde gördüm sahibine çok yalvardım yakardım zoraki alabildim”dedi.

Bu arada biz oltaları suya atmıştık Balabanın gözü şamandırasındaydı azıcık bir çalıya yaklaşır gibi olsa hemen çekip daha uygun bir yere atıyordu.

İşte tam o sırada.......

Karşıdan biri göründü

Balabanla biz birbirimize baktık.adam yaklaşmaya başladı gözlerinde hiçte dostça bir ifade görünmüyordu.Bir elinde plastik kova,diğer elinde kırık bir olta tutuyordu.boy bos itibariyle Bizim Balabanın yarı ölçülerindeydi.Ama bir horoz gibi kabarıyordu.Üst baş perişan,yaka bağır açık,hırpani bir köylü gibi görünmesine rağmen,havasına bakarsan zannedersin geride bir mezarlık dolu leşi olan mafya babası...

-Hişşşt Hop Biladerler kime diyom alooo siz kimsiniz ne yapıyorsunuz orada .Bilmiyor musunuz burada balık tutmak yasak hemen toplayın oltalarınızı bana bakın biraz önce sizin gibi birkaç kişi gelmişti şimdi onların yarısı sağlık ocağında pansuman yaptırıyorlar,diğer yarısı jandarmada ifade veriyorlar.deyince ürkmedim değil harbi harbi tırstım.

Bu arada Balabanın bir gözü şamandırada bir gözü bendeydi.”ne yapacağız şimdi” der gibi yüzüne baktım.Onun umursamazlığı hala devam ediyordu.merak etme hallederiz gibisinden bir hareket yaptı.

Bu arada bir maraza çıkarsa ne yapabiliriz diye etrafa şöyle bir baktım.yerde kumdan çimenden başka bir şey yok- ulan bir tane taş olmaz mı ? valla yoktu

.Ebatlarına bakarak hani gözüm kesmiyor değildi şu köylü horozunu ama bu kara kuru adam bir şeye güvenmese böyle yüksekten atmazdı. Ayrıca Balaban her ne kadar şiddet karşıtı bir kişiliğe sahip olsa da zora gelince o vücutla bayağı işe yaraması lazım diye düşünüyordum. Adam, Balabanın hem yaşça hem boyca hem de gövde bakımından yarısı kadardı.Buna rağmen bizimki yüzüne en sevimli ifadesini takınarak;

-Buyur ağabeysinin bir şey mi söyledin rüzgarın sesinden anlamadım dedi oysa yaprak kıpırdamıyordu

.Adam yine en sert yüz ifadesiyle.

-Bakın biladerler bana bir kez daha aynı lafları ettirmeyin hemen toplanın gidin dedi.Ben ise cebimden çıkardığım kağıdı adama doğru sallayarak.

-Bakın kardeşim burda ne yazıyor oku okumayacak mısın .Neyse ben okuyayım sen dinle Resmi Gazete de yayınlanarak yürürlüğe girmiş bulunan .. ../.../..... tarih ve ...... sayılı yasaya göre Türkiye iç sularında balık avlama esasları düzenlenmiştir.Bu sirkülere göre de biz burada Balık avlama hakkına sahibiz dedim bu bilimsel sözlerimin onda büyük bir etki göstereceğini ummuştum.

Nitekim istediğim oldu ancak tam olarak bu etkiyi kastetmemiştim.. Adam büyük ihtimalle ona küfür ettiğimi zannetti ve çıldırdı. Tam birbirimize girecektik ki Balaban yüzünde hiç eksik etmediği gülümsemesiyle aramıza girdi.

-Ağabeysinin sen şefimi yanlış anladın.tabi ki hemen gideriz.zaten biz öylesine piknik için gelmiştik.sen hayatında hiç çekyatla balığa geleni duydun yada gördün mü derken bir yandan da gözü oltasındaydı.tekrar devam etti.

-Ağabeysinin sen Köy Hizmetlerini yada YSE yi duydun mu hiç ?bu gördüğün kişi oranın şefidir dedi Adam yine oralı bile olmadı.

-Ne olursanız olun biraz öncekilerden biride bilmem nerde müdür olduğunu söylüyordu,şimdi gidin sorun bakalım aynı şeyi diyebilecek mi diyemez çünkü adamın çene dağınık olunca konuşması da pek anlaşılır olmuyor deyince ben ister istemez kendimi iki adım geriye çektim.

Bir yandan -Ağabeysinin tamam anladık gideceğiz derken bir yandan da Ne nankör bir mesleğim var sen bu baraj inşa edilirken altı ay dozerin üstünden inmeden çalış köylüye hizmet et onlar sana bir piknik bile yaptırmasınlar diye söyleniyordu.

Bu arada adam biraz yumuşar gibi olmuştu.onun elindeki kırık dökük oltalara bakarak sanki daha önce hiç olta görmemiş gibi

–ağabeysi bunlar ne böyle kancamı , ne güzel olta ,ben zaten seni ilk görüşte anlamıştım büyük bir balıkçı olduğunu,bu hamuru nasıl yaptın ,içine ne kattında böyle acayip görünüyor gibi sorularla adamı en zayıf yerinden vurmaya çalıştı ama adam Nuh diyor peygamberi söylemiyordu.

Son bir hamle yapmaya karar verdi.o meşhur minibüsünün mutfak olarak kullandığı bölmesinden en az kendi kadar iri bir karpuz çıkardı...

-Bak ağabeysinin beni öldüreceksin ama bunu yiyeceksin.yemezsen kavga çıkarırım.ölümü öp ye derken ben içimden “biraz daha ısrar edersen herif ikimizin de ölüsünü öpecek merak etme” diyordum.Koca bir bıçakla büyücek bir dilim kesti bizim köylü horozunu kafakola aldı.Ağzına dilimi bir bütün halinde sokmaya çalışırken hala;

-Ye bak yemezsen kavga çıkarırım deyip duruyordu. Yanına yaklaşıp kulağına fısıldadım. ”Ulan Balaban herif zaten kavga peşinde sende adama çanak tutuyorsun şimdi hem karpuzu hem bizim karizmayı yiyecek”

-Şefim ben bu tipleri tanırım sen merak etme ben bir ara Beyoğlu’nda bodyguardlık yaptım dedi.ve adamın ağzına zorlada olsa bir dilim karpuzu tıkmayı başardı

.Bu karpuz dilimi okunmuş üflenmiş olmalıydı.daha midesine inmeden etkisini göstermeye başladı. Adamla Balabanın üçlü koltuğunda sohbet eder bulduk kendimizi

O beşinci vitese atmış öylesine gidiyordu ki tutabilene aşk olsun.Biz ağzımız bir karış açık dinliyorduk onu Anlattığına göre; Bu barajın yerini devlete o bağışlamış İstanbul da pavyonlarda Hanlar, Hamamlar, Apartmanlar yemiş, beş kilodan az olursa tuttuğu balık yem niyetine tekrar oltaya takıyormuş.! Yaptığı hamurun sırrını Amerikalılar istemişte Barajları kuruturlar diye vermemiş!........Bizde yedik tabi.....!

- Yapma Ağabeysinin,Allah,Allah , ya ,öylemi, dedikçe adam coşuyor coştukça da ne debriyaj bırakıyordu ,ne fren , nede balata. Tam bu esnada benim oltanın şamandırası suya gömülmez mi hemen fırladık koltuktan!.

Oltayı dikkatle çektim yarım kiloluk bir aynalı sazan çıkmıştı.Bunu alsam herif tepemde bakıyor deminki laflarına bakarsan bunu ancak akvaryuma süs balığı olarak almak gerekirdi.Kancadan çıkarttığım balığı ;

-Bu da pek küçükmüş deyip suya fırlattım,fırlatmamla beraber bizim köylü horozu da peşinden atlayacaktı ki Bereket Balaban tetikteymiş,kolundan yakaladı.- Bekle ağabeysinin acele etme bir daha yakalarız.”derken bana bakıp göz kırptı.

Biraz önce Adamın çamaşır ipi kalınlığındaki misinasını büyük bir yenilik diye öve öve bitiremeyen Balaban şimdi aynı misina için “Koçum buralarda balina pek bulunmaz zaten bulunsaydı bile önce ben yakalardım ”demekteydi. Orta boy bir teknenin çapası büyüklüğünde ki kancaları için az önce

–Vay be böyle kancalar bende olmadığı için yakalayamıyormuşum ağabey Allah aşkına bize de öğret bu işin sırrını diyen kendisi değilmiş gibi –Senin yerinde olsam bu kancalardan birini hurdacıya verir aldığım kırık leblebileri bütün köye sevabına dağıtır kalanla leblebi sektörüne girerdim demekteydi.

Adamın bütün karizma gitmişti şimdi o meşhur hamurunun köyde ekmek yapan birinin koktuğu için çöpe attığı topraklı hamur olduğu,şimdiye kadar hiç balık tutamadığını ,bizden önce marizleyip kovduğu etkili ve yetkili kişilerin balık tutamadıkları için karşıya geçtiklerini Balabana itiraf etmekteydi.

Balaban bu fırsatı kaçıramazdı yedirdiği o karpuz dilimlerini kabuğu ile birlikte çıkarmaya kararlı görünüyordu. Meşhur şamandırasını adamın tavsiye ettiği yere atınca olta dipte görünmeyen çalılara takılmıştı.Ağzına ne geldiyse gidiyordu..Demin tırsak bir şekilde ağabey ağabey dediği bizim baraj mafyasına demediğini bırakmıyordu.

-Ulan sen benim başıma bela diye mi geldin şimdi seni o misina diye kullandığın çamaşır ipine bağlar ağırlık demiri diye de o koca kancayı boynuna asarım.acıktıkça da şu kokmuş hamuru ağzına tıkarım çekil gözüm görmesin. Tosbağa kılıklı güdük sazan seni

-Ağabeysi ben ne bileyim takılacağını istersen benim şamandıralardan kullan hakiki el yapımı,içtiğim şarapların tıpalarından yaptım.Deyince Balaban öfkeden kırmızılaştı.Söve söve pantolonu çıkarttı.adam hala konuşuyordu.

-Ağabeysinin bak şuradan gir suya buraları avucumun içi gibi bilirim daha önce burda bizim değirmen vardı ah ah nerde o günler bana güven azıcık sola biraz sağa hah tamam aynen oradan devam et orası dizini geçmez pantolonunu bile çıkartmana gerek yok demeye kalmadı bizim Balaban göbeğine kadar suya gömüldü.Yinede büyük bir çabayla şamandırasını kurtarmayı başarmıştı.

Dışarıda üstünü yaktığımız ateşte kuruttuk.Bizim oltalara hayran hayran bakan adam Balabanın peşini bırakmıyordu.Yine de dayanamayıp onun çamaşır ipinin ucuna bir metre ince misina ve küçük bir kanca bağladı.Eski şamandırasını da bağlayınca olta bir şeye benzemişti.daha ilk atışında minnacık bir balık tuttu.adama at onu çok küçük deyince nerdeyse ağlayacaktı.

Bizim makarnalardan biraz verip onu biraz öteye yolladık ama adamın gözü bizim oltalardaydı.küçük bir balık tutulunca koşa koşa gelip atmayın bana verin diye yalvarıyordu. Balabanın çilesi daha bitmemişti.o gün üç defa suya girmek zorunda kaldı.en sonunda O meşhur şamandırası artık alamayacağı bir şekilde dibe takılmıştı..dalmak istedi zorla engel oldum .ağlamaklı gözlerle şamandıranın dipte kaybolduğu noktaya bakıyordu.tüm morali sıfırlanmıştı.

Adam korkudan artık yanına bile yanaşamıyordu. Balaban akşama kadar bekledi şamandırası çıkmadı.Dönmek için toplanırken bizim çömez mafyayı yanına çağırdı

-Bak senin adını biliyorum,köyünü de biliyorum sık sık buraya geleceğim benim minibüsü görür görmez yanıma gelip rapor vereceksin o şamandıra elbette ortaya çıkacak her ne kadar onu çalıya takan on kiloluk aynalı olsa da elbette bir gün çıkacak gerekirse yıllarca beklerim.bu telefon numaramı al şamandıranın rengini bile görsen buraya kimseyi yanaştırma hemen beni arayın yalnız kimse dokunmasın sonu kötü olur dedi.

-Ağabeysi ne demek itin olurum senin.Sen iste köye gitmeyip burada yatayım yıllarca yüzme bilmesem de ayağıma bağla benim misinayı at suya dalıyım cesedimle birlikte şamandırayı da çekersiniz deyince Balaban babacan bir şekilde

“Estağfurullah istemez gerçi o şamandıra senden değerliydi ama yinede biraz bekleyeyim.çıkmazsa bu teklifini düşünürüz diyerek uzaklaşırken adam hala

“Bunu saymam bir daha gelmeden önce haber verin burayı sizin için ayırayım.yoğurt süt hazırlatayım diye bağırıyordu. Bu Balaban ve diğer dostlarla yaşadığım ne ilk ne de son maceraydı.


Cebrail KELEŞ

Kastamonu