27 Şubat 2011 Pazar

BİR ANKARA KOMEDİSİ.BALIKÇI Ş.

BİR ANKARA KOMEDİSİ

BALIKÇI Ş.

X kuruluşundayız. Yer; X kuruluşunun merkez binasında bir oda. Operasyon için son lojistik hazırlıklar gözden geçiriliyor. Masanın üstündeki kırmızı kaplı dosyanın kapağını açan amir kısık sesle fısıldıyor,

Görevin “tabi kabul edersen” burada yazıyor. Etmesen de bizim için çok fazla bir önemin yok senin yerine bir başkasını yollarız.

Yer Ankara-Ostim

Görevin eski bir kamyon damperinin Kastamonu’ya treyler ile nakli.

Bu çok önemli görev için ekibini seç hazırlıklarını yap yarın yola çık.

Bu evrak birkaç saniyede kendini imha edecektir desek resmi evrakta tahrifattan soruşturma yeriz en iyisi sen kendi kendine bunu görmemiş ol.

Tamam, amirim görev anlaşılmıştır. Diyen Balıkçı Ş.ekibini toplamak için odasına geçer.

Tır şoförü tabi ki Salim olacak, kendisi karizmatik bilgili sağlam bir arkadaştır. Bir de kanun gereği öncü araç lazımdır. O da çok sağlam diğer bir arkadaşı olan Ahmet olacaktır elbette.

Ertesi gün yola çıkılacaktır. Her türlü ayrıntıların hesaplandığı çok sağlam bir plan yapmak lazımdır bu da bu ekibin beyni olan Balıkçı Ş.ye düşmektedir.

Ekibi toplayan Balıkçı Ş. çok ayrıntılı ve en ince detayının oya gibi işlendiği planı büyük bir gururla açıklar.

—Yarın sabah erkenden yola çıkar akşam da döneriz.

Ekip uzun tartışmalardan sonra bu karmaşık planın imkânsız derecesinde zorluğa sahip olduğu konusunda hem fikir olmuştur.

Ama görevdir yapılacaktır.

Saatlerini ayarlarlar. Her saniyenin öneminin olduğu bilincindedirler.

Ertesi gün Balıkçı Ş.sabah erken kalkmak için kurduğu saatin pilinin bittiğinin farkına geç de olsa varmıştır. Saatine bakar oooo çoktan randevuya gecikmişdir bile arkadaşlarını bekletmenin mahçubiyetiyle cep telefonuna uzanır epey bir çalan telefonu açan Salim bu gün Ankara’mı tır mı sabah bu saatte mi? Der

Ekip Ahmet’i de uyandırıp Ankara’ya yola çıkar.

İnce ayrıntılarla süslü plan tıkır tıkır işlemektedir. Sabah yola çıkılmıştır. Tekeliden simit alınmış Ilgaz tırmanılmaya başlamıştır.

Çankırı Hacı Ali Tesislerinde bol sarımsaklı işkembe içilmiş, Sağlam arkadaşlarımızdan Salim’in en son ameliyatının hikâyesi dinlenilmiş sekiz çeşit hapı yutması beklenmiş Ankara yolu tutulmuştur. İndağı, Baykuş boğazı, tekeli beli geçilip Havaalanı ayrımından Ankara yoluna dönülünceye kadar bir sorun yaşanmamıştır. Kopan egzozun telle bağlanmasını, araçtan gelen gacırtı gucurtuları saymazsak tabi.

Gideceğimiz yeri google earth üzerinden beynime kazıdım diyen ekibin beyni Balıkçı Ş.nin yol tarifleri üzerine otoyoldan çıkıp girilen güzergâhın çıkmaz bir köy yoluna ulaştığını görünce B-Planına (Sora sora Bağdat bulunur.) dönülmüştür.

Araya sora bulunan Ostim’deki iş yerinde kopan egzoza gaz altı kaynağı atılır, Damper vince kaldırılır treylere yanaş denir.

Salim dokuz manevrada yanaştığı vincin altına girdiği yerde vinç operatörüyle girdiği ağız dalaşını kazanmıştır. Vinç operatörü yükü büyük bir nezaketle treylerin üstüne atar.

Bu sırada Ahmet hazır gelmişken bir doktora görüneyim der.

Hastane kapısında doktorların isimlerini inceleyen Salim listeye bakıp, hımm şu böbrek, şu pankreas ameliyatımı yapmıştı. Ama şu,şu yahu şunu tanımıyorum yeni başlamış galiba diye doktorlar dizisine bir yıl yetecek kadar senaryoyu bir çırpıda yazar.

Ekip yükü almış, yemeği yemiş, hastanede kontrollerini yaptırmış yola çıkmıştır. Akşam trafiğinde Ostim içinden ana yola çıkma gayretleri sürerken yolun bir başka tır tarafından kapandığı gören Salim levyeyi kapıp aşağı indiğinde dorsenin plakasının son numarasının 37 olduğunu görünce adamı affeder yetmez sarılıp öpüşür,

—Toprağım zamanın önemi yok istersen sabaha kadar bekleriz der.

Hava kararınca anlaşılır ki treylerin arka stop ışıkları yanmamaktadır.

Benim adım Salim ben bu aracın elektrik tesisatını komple söker yeniden bağlarım merak etmeyin diye aracın kablolarına bakar bir şey göremeyince torpidodan el fenerini çıkarır.

El fenerine bakan Balıkçı Ş.bende de bu şarjlı el fenerinden var. İnebolu pazarından 5TL ye aldım der Salim ise ağzında tuttuğu el fenerini bağırsak gibi dışarı çıkardığı kablolara tutarak,2TL’ye almayanı dövüyorlar Kastamonu’da deyince olan olur.

Balıkçı Ş.ağzına geleni söyler.

Arka stoplar yanıyor mu diye sorduğu soruya cevap vermek için 18 tekerli 12 metrelik aracın arkasına dolanan Ahmet bağırır ortadaki şef Salime iletir

—Hayır.

—Hay bin kunduz deyip kablolara attığı tekmeden sonra arkadan ses gelir

—Tamam, oldu yanıyor ellemeyin.

Gece Kastamonu- Ankara yolu.

Salimin yaptığı tamir ilk virajda ilk sinyal verdiğinde tekrar bozulmuştur.

Karanlık simsiyah bir heyula gecenin içinde yağmur altında yolda gitmektedir.

Çankırı içine gelindiğinde aracın tepesinden çıkan dumanlar yolu ve trafiği engelleyecek kadar yoğunlaşınca durmak zorunda kalırlar. Çankırı İl Özel İdaresi kapısının önüne park eder etmez bekçiler eyvah araç yanıyor diye koşup gelirler. Salim pek oralı olmaz, No panik her şey kontrolüm altında diye etrafına toplanan kalabalığı sakinleştirir.

Aracının motorunun bulunduğu şoför mahallini yani kupayı kaldırır bakar. Durum vahimdir. Dumandan göz gözü görmez haldeki motoru inceler. Kafayı umutsuzca sağa sola sallar. İşimiz çok zor büyük bir operasyon yapmak lazım der.

Aracın bagajından koca bir takım sandığı ve şoför mahallinden tulumları, eski iş elbiselerini çıkarır. Dikkatlice giyer.

Tepesinden dumanlar çıkan aracı görüp gelenler arasında olan Özel İdare bekçisi sorar bir ihtiyaç var mı?

—Işığa ihtiyacım var bu 2TL’lik fenerin şarjı bitti de.

Işık gelmesini beklerken Salim etrafına toplanan kalabalığa bakıp ellerini çıtırdatır. Etrafı tepeden bir bakışla en cool haliyle süzer.

Bu kadar hazırlık ve Salim’in tavırlarına bakan herkesin beklentisi şudur. Üstünde iş tulumları yerde takım sandığı ve bir sürü alet edevat olan Salim şimdi bu aracın motorunu komple indirecek, pistonları çıkarıp kurum tutan yuvalarını temizleyecek, krankı rektifiye edecek, muyluların ateşleme derecelerini ölçecek ve motoru yeniden toplayacak.

Salim ahaliye şöyle bir bakar, karizmatik bir hareketle aracın motoruna tırmanır.

—Benim adım Salim ben bu motoru tamir ederim diye bir nara atar.

Çevik bir hareketle cebindeki Tosya işi bağ budama çakısını çıkarır, radyatörün dönüş hortumunun motordan çıkış kısmından damlayarak duman yapan delik ucundan bir cm’lik kısmı keser ve hortumu ileri iter. Hepsi bu iş bitmiştir. Şaşkın bakışlar altında yine karizmatik bir şekilde motorun üstünden aşağı atlar. Tulumunu iş elbisesini yine büyük bir özenle çıkarır.2TL’lik el fenerini cebine koyar ve

—Durmak yok yola devam ediyoruz diyerek aracı çalıştırır.

Büyük tamir bitince tekrar yola çıkılır. Ilgaz zirvesi karlı buzlu olmasına rağmen son sürat aşağı indiklerinde saat çoktan gece yarısını geçmiştir. Stop lambaları yanmayan, radyatörü su kaçıran üstelikte yükü Ankara’dan çıktıklarından bu yana kayarak ha düştü ha düşecek diye beklenen treyler en nihayetinde Kastamonu’ya yanaşmıştır. Ama kader ağlarını Salim de treyleri sürmeye devam ediyordur.

Beş değirmenlerde damperin kapağı yerinden çıktığında yine Salim, panik yok hallederiz ben bu konularda çok tedbirliyimdir diyerek koca bir halat çıkarıp kapağı deli bağlar gibi bağlar.

Halatla urganla uğraşırken bu arada yakıtımız da bitti ama merak etmeyin iki bidon yedek almıştım ben dediğim gibi çok tedbirliyimdir bu zamana kadar hiç yolda kalmadım,

—Benim adım Salim diye nara atmayı ihmal etmez.

Balıkçı Ş.hadi len sabah olmadan eve varalım saat gecenin ikisi oldu biz hala yoldayız diyerek takdirlerini ve sevgilerini sunar.

Gecenin karanlığı yerini sabahın ilk ışıklarına bırakırken Kimseler görmeden,

Kastamonu sokaklarından ışığı yanmayan yükü yan yatmış, kapağı urganla bağlı bir araç, bir treyler geçer.

Sabaha karşı amirini arayan Balıkçı Ş.

Görev tamamlanmıştır diyecektir ama telefonu açan olmaz.

7 Şubat 2011 Pazartesi

BEN BİR KURU AĞACIM, BİR DAĞ BAŞINDA

Kastamonu’da, Seydiler’de
Yolun kıyısında, kimsenin fark etmediği bir tümsek üstünde,
Bir ağaç var.
Dalı budağı kurumuş,
Ne gölgesi var sığınacak sıcak günlerde, ne yaprağı var baharda yemyeşil açacak.
Tıpkı benim gibi, yalnız ve tek başına.
Kuru dallarına arada bir konan kuşlar da olmasa,
Parçalayın gitsin diyeceğim.
Yakın gitsin.
Belki de boşa gitmez son sıcaklığı
Ben bir yalnız ağaç gördüm yol kenarında bir tümsek üstünde.
Ben mi o ağaçtım, ağaç mı bendi bilemedim.

29 Ocak 2011 Cumartesi

KIRIK-KALEM


Hava soğuk mu soğuk, Her yerin soğuğu farklı bilirim ama bizim oraların kuru ayazı da meşhurdur yani.

İnsanın yüzünü yalar, kavurur.

Bekçi Kadir’in duvarı dibinde güneşe aldanıp soğukta hem titreyip hem sohbet ederek namaz vaktini bekleyen, Babam Hacı İpek, Kel Mustafa, Sey Sey Hüseyin, Fikri Emmim, Maşlağın Musa, Uzun Hasan, Tilkinin Osman, Ankaralı Kadir, Musa Dayı, Irza Dayı, Dursun Dayı, Az dayı, Şahin emmim Hacı Hüsnü, Tornacı memet, Nacağın musa, Keleş emmi, Pehlivan, Selettin Emmi, Bakkal Ali, Ese dayı Osman emmim ve (adını hatırlayamadığım)birkaç yaşlı mahalle sakini Ömrü’nün kahvesinin kapısından çıkan dumana bakıp söyleniyorlar.

İçlerinden birisi,

—Tıpkı bizim fabrikanın dökümhanesi gibi diyor diğerleri tasdik ediyorlar.

Ömrü Amcamın kahvesi tıklım tıklım dolu, Ocakçı Cengiz video playere 100.kez izlenmekten artık bozulan Kemal Sunal Kasetini takıyor. Garson Ertan hani cıbırın kardeşi hemen masalara çay servisi yapıyor. Orta yaş gurubu bir masada dük oynuyorlar.(Poker holdenin atası) Diğer masa emekliler masası. Namaz vakti olduğu için istekaları ters çevirip camiye gitmişler birazdan damlarlar. Mahallenin yaşı tutmayan gençleri ve büyüklerden tırsanlar dadaşın yerinde, ya da kırçakta ki kahvelere gidiyorlar.

Bu kahveye kabul edilmek öyle kolay bir şey değil.

Cami demişken Kadir Hocamı anmadan geçmek olmaz. O dönemi yaşayan herkesin hocası, ilk duaları ezberlediği kişisi. Oğulları sesi çok güzel Muzaffer, fabrikada çalışan Necip ilahiyat mezunu Salih Hoca’yı da hatırlamak gerekiyor.

Ağır ağabeyler ise Ada’da top peşindeler. Futbol takımı o dönemde mahallenin Milli Takımı. Ada’daki maçlar kıran kırana geçiyor. Bakmayın şimdi hepsinin beyefendi olduklarına o zaman kemik sesleri çıkarttırmak müzik nağmesi sayılıyor.

Sarı Selfet, İmdat, satılmış, Öcal, Hurubeş, Gıcık Rüya Takım diyorlar ya işte öyle.

Gençlerin ve yeni yetişenlerin en büyük hayali ise bir şoför ama illa ki minibüs şoförü olmak.

İşte o hayal minibüslerden bazıları Kel Mustafa Durağında müşteri bekliyor. En ön sırada Bilal emminin oğlu Ali burunlu fegasıyla haydi çarşıya bir iki deyip çullu yolundan gelenleri gözlüyor.

Arkasında İlhami, Selami amcalarımın Ford’u duruyor. Mevlüt emmimin Ahmet, Tuncay, Yusuf, Dayımın oğlu Apti’de sırada.

Bu sırada arkasında “Yuvasız Kuşlar”, “Hatasız Kul Olmaz” yazılarıyla, içerisinde boydan boya perde kenar süsleriyle donanmış kırmızı bir Ford geliyor.

Aynur Emmim pala bıyıklarını sıvayarak sıranın kendisine gelmesini beklemeden kırmızı forduyla kısadan teke dönüyor.

Soranlara,

Kel Mustafa’da beklemeye gerek yok, okul, Berber durağından, pirketçi’den, olmazsa Taşkafa’dan nasıl olsa doldururum diyor.

Kadir Hoca ezanı okuyunca yaşlılar ağır ağır camiye giderken, Kahvenin açılan kapısından dışarı duman hücüm ediyor.

Ali dolmuşun marşına basıyor tozlu yoldan çarşıya doğru giderken Ecevit’in traktörüne asılıp gidenlere bakarak söyleniyor.

Soğuktur bizim oralar, pek kar yağmaz ama kuru ayazımız çoktur.

Bekçi tepesindeki üç beş meşeyi saymazsan orman pek bulunmaz. Ağacımız, ormanımız olmasa da tarla tapan bağ bahçe çoktur.

Denek dağının arkasından doğan güneşimiz, Elmadağ’dan batar.

Düğünlerde neşet çalar, misket oynarız. Arada halay çekenler olur.

Hele hele tıss tıss diye kol kola dolanırız.

Bizim oralara kış gelir,ayaz gelir kuru soğuk gelir.

Ama insanımız sıcaktır.

Tüm Yuvalılara selam olsun.