8 Şubat 2010 Pazartesi
























































AĞLI’DA KAR YOLLARI KAPARKEN KASTAMONU’DA MEVSİM BAHARDI
Kar yağarken tipi şeklinde Ağlı’ya,
Kastamonu’da yollara, dağlara çatılara arada bir üç beş kar tanesi ancak dökülüyordu.
Oyrak bile rengârenk olmasına rağmen hala tek bir renk eksikti. O da beyaz kar rengiydi. Seydiler’e yaklaştıkça önce etraftaki dağlar sonra yollar o eksik olan beyaz renkle boyanmaya başladı.
Tipi sert esiyordu.
Ağlı yol ayrımından sonra ise artık bütün renkler kayboldu. Beyaz, bembeyaz ve daha beyazdan başka renk yoktu.
Ağlı yoğun kar altında bir kış daha yaşıyordu. Kar kalınlığı ise hatırı sayılır bir kalınlığa çoktan ulaşmıştı.
Bulunduğumuz yere gelen muhtar kafasına doladığı karlı poşuyu açıp sıcak bir de çay içince kendine gelebildi.
—Kar belime kadar diye etraftakilere anlatırken ben Ağlının mahalle aralarına girdim.
Araçlar kar altında kaybolmuşlar. Ulaşım ancak zincirli traktörle yapılabilirken, traktörü olmayan vatandaş ise kendince çözümü bulmuş bile yapmış bir kızak istediği yere tıngır mıngır ipini çekerek gidiyor.
Ağlıda işimiz bitti. Dönüyoruz.
Dönüş yolunda kar biraz daha hızlanıyor.
Ağlı çıkışında tepenin hemen ilerisinde, Dikmen köy yolu ayrımında bir minibüs durdu.
İçinden iki elinde iki koca poşetle biri indi.
—Nedir bu dedim.
—Hayvan yemidir dedi.
—Yolun ne yanadır dedim.
—Yakın aha şuradır, bir kilometre gelir gelmez şu yolun sonundaki köydür dedi.
Kimsenin basmadığı kar yığınlarını yara yara ilerlerken ardından bağırdım.
—Adın nedir.
Epey uzaklaşmıştı. Sesimi duyurmak için birkaç kez bağırdım. Sonunda duydu.
Geri döndü. Elinde iki koca poşetle durmak yolundan alıkoyulmak pek hoşuna gitmese de O da bağırdı.
—Adnan…
Adnan Dikmen köyündeki hayvanları için Ağlıdan aldığı yemleri kardan kapalı yoldan yayan bir şekilde köyüne götürüyordu.
Ayak basılmamış karlı yolda O bir yol açıyordu.
O yola çığır diyorlardı buralarda.
Onun açtığı çığırdan ilerleyip birkaç fotoğraf çekmek istesem de Adnan çoktan dönemeci aşmıştı bile.
Yolumun üstünde bir köy ve köy kahvesi görüyorum. Önü araçlarla dolu olduğuna göre açık olmalı deyip duruyorum önünde.
Kahvemiz tek katlı bir bina soğuğa karşı bir önlem olarak da kapısı iki kademeli.
İçeri giriyorum.
Kahvenin üç masası dolu ve oyun oynuyorlar.
Kapının açılıp soğukla birlikte bir yabancının geldiğini görünce merakla beni izliyorlar.
Herkese selam verip alıyoruz.
Biraz sonra artık onlardan biri haline geldiğimden herkes oyunlarına geri dönüyor.
Kahveci beyaz çoraplarıyla üstüne bastığı yumurta topuk ayakkabısıyla dikkatimi çekiyor.
Çayımızı yudumlarken Kahveciyle konuşmaya çalışsam da pek oralı olmuyor.
İlginç bir hikâyesi olduğuna eminim ama benimle paylaşmayı istemiyor.
Çaylardan sonra masada diğer köylülerle dereden tepeden konuşuyoruz.
Bir ara söz Ağlı-Devrekâni Seydiler arasında sık sık direklerin tepesinde gördüğüm yırtıcı kuşlara geliyor.
—Kör doğandır onun adı. Yuvasını bozmaya kalkandan intikamını muhakkak alır çok kindar bir hayvandır diyerek bilgi dağarcığıma bir şey daha katıyor.
Kastamonu’ya dönüyoruz. Aynı giderken bıraktığımız gibi
“Kar yağarken tipi şeklinde Ağlı’ya, Kastamonu’da yollara, dağlara çatılara arada bir üç beş kar tanesi ancak dökülüyordu










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder