2 Kasım 2009 Pazartesi

ZAMANIN DURDUĞU DÜKKAN..

























































































































YİTİK BİR MESLEĞİN SON USTALARINDAN
KEMAL KÖSE
77 yıllık ömrünün büyük kısmı bakıra çekiç sallamakla geçen bir değerimiz Kemal Köse.Bu sanatın gerçekten erbabı ustamız ile yitip gitmekte olan mesleğinin inceliklerini anlattığı bir yolculuğa çıkaralım istedik sizleri.

Yer Kastamonu.
Zaman İkinci Dünya Harbi zamanıdır. Kıtlık yokluk yılları.
Taş mektepte Zanaat okulunda okuyan Kemal KÖSE çok üzgündür. Babasını kaybetmiştir ve çalışması gerekmektedir.
Okulunu bırakır.
Bir meslek seçimi yapması istenir.
Annesi Oğlunun yağlı kirli değil de temiz bir mesleği olmasını diler.
—Hani şöyle tertemiz kıyafetli bir berber, ya da kunduracı olsan oğlum, çırak duruversen onlardan birinin yanına der.
Komşu kadın kulak misafiri olduğu konuya dalar.
—Hanım boş ver onları asıl para bakırcılıkta. Bakırın tozu bile paradır bilmez misin bak benim adama. Bakırcılık yapar ve gül gibi geçinir gideriz.
Bakırcı karısının dediği aklına yatar küçük Kemal’in
Okuldan ayrılıp Bakırcılar çarşısına çırak girer.
İşte bu küçük öykü, yetmiş beş yıldır süren bir koca bir hayat hikâyesinin başlangıcıdır.
...
Çalışkandır Kemal, çok da dürüsttür. Ölesiye çalışarak O zor yılları atlatırlar.
Kemal’in yaşı ile birlikte hayalleri de büyümüştür.
Çılgındır Kemal, Ne de olsa kanının en deli aktığı yıllardadır.
O zamanın tüm gençlerinin olduğu gibi O’nun da tek hayali bir motosiklettir.
Gün gelir o motosikleti alır. Kemal motosikletiyle yaz kış dağ bayır dolanır. Kimi zaman Lapa lapa kar yağarken Daday’a çay içmeye gitmekten çekinmez.
Yerler karla buzla kaplıyken Beş değirmenlere yemek yemeye gitmeyi normal sayar.
Şapka inkılâbının kutlamalarında stadyumda alevli çemberden motosikletiyle atlaması ise çılgınlıkta ulaşacağı son noktadır.
Askerlik, evlilik çoluk çocuk derken geçen yıllarla birlikte Kemal artık Kemal Usta olur.
O ağır başlı oturaklı bir ustadır.
Kemal Usta bir gece rüyasında üç aksakallı dede görür, ellerini öper, yüzünü öpmek isterken pir-i faniler başını çevirirler. Ağzım içki kokuyor o yüzden başını çevirdi diye düşünür.
O gün bu gün içkiden uzak durur. Hacca gider, dükkânları olur, evi olur.
Tüm malvarlığını bileğine ve bakırcı çekicine borçludur. Dürüst çalışmanın ödülüdür.
Aradan uzun yıllar geçer.
Kemal Usta artık emeklidir. Ara sıra oğlunun dükkânına gelip eski günlerin hatırına bir iki maşrapaya çekiç sallar.
Münire Medresesinde KÖSEOĞLU BAKIRCILIK var. Nasrullah tarafından girişte ilk dükkan.. Kendisini orada bulabilirsiniz.
Ben de tesadüfen girdiğim bu dükkânda yitik bir mesleğin son ustalarından birini bulmuştum. Hiç bırakır mıyım o nasıl bu nasıl dedikçe dedim.
O da maşrapa nasıl yapılır abdest ibriği nasıl yapılır uzun uzun anlattı. Anlamadığımı görünce,
—Dur bakalım senden kurtuluş yok deyip tezgâhın başına geçti, aldı eline çekici, uygulamalı olarak gösterdi.
Birkaç dakikada iş bitmişti.
—Eee Kemal ustam bu kadar mı deyince yok daha bunun kaynatılması gerekir. Dedi.
—Ne zaman yapacaksın Ustam dedim.
—Yarın gel senin için ocağı yakayım hatta eskiden bakır kapları yaptığımız makineyi de çalıştırırım belki dedi.
Gözlerim parladı.
Yarın öğle namazından sonra diye sözleştik.
Ertesi gün namazdan sonra Kemal ustamın yanındaydım.
—Yahu senden kurtuluş yok mu dedi.
—Yok dedim. Gülüştük.
Kemal Ustam benim acele ettiğimi görünce,
—Hele biraz otur bakalım diyerek bir çay söyledi. Çayı içerken bakır maşrapanın ağız yaralarına iyi geldiğini, hazır cezvelerin kahvenin köpüğünü kaçırttığını, Solak biri için kahve cezvesi yaptığını, bakır kazanların, kapların yemeklerinin daha lezzetli olduğunu anlatırken benim aklım tezgâh ve ocaktaydı.
—Çayım bitti ustam hadi gidelim dedim.
Kemal Ustamla yola çıktık. Bir poşette iki maşrapa iki kapak var. Bal kapanını, Cem sultanı geçiyoruz. Esnafın hepsi ustamı tanıyor. Hal hatır sorarak ilerliyoruz.
Bakırcılar çarşısında artık ben de tanındığım için,
—Oo bizim gazeteci yine gelmiş diyorlar.
Kemal ustamın dükkânına giriyoruz, kapı açık içi ağzına kadar bakır kaplar, soba malzemesiyle dolu. Nedir bunlar diyorum.
Komşunundur hele ocağı bir yakayım önce diyor.
Kok kömürünü, çam kömürüyle tutuşturmak gerekirmiş. Kemal Ustam ocağı yakıp işe başlıyor. Bende ha bire fotoğraf çekiyorum.
Maşrapaları ak kor haline kadar ocakta ısıttı. Daha sonra içine kaynak tozu attı. Tekrar ısıtıp kaynamalarını bekledi. Sonra suya atıp soğuttu. İşini bitirince, Şimdi de makineyi çalıştıralım deyip basit bir kayış kasnak sistemi ve kalıplar yardımıyla çalışan ve sıvama yöntemiyle bakır levhalara şekil veren makinenin başına geçti.
Kendini belinden makineye bağladı. Bağlanmazsan yapamazsın deyip eline aldığı kalıpla bakır levhaya abandı. Müthiş bir gösteriydi. Eski çağlarda hissettim kendimi. Zaman bu dükkânda durmuştu sanki.
Az önce bakır düz yuvarlak bir levha Ustamın elinde kısa sürede bir kapağa dönüşmüştü.
—Yeter mi efendi gördün mü dedi.
Sesim de nefesim de kesilmişti.
Komşu esnaf kapıdan seslendi,
—Hacım çay hazır çırağını da al gel.

Kastamonu’da artık hiç bakırcı yok.
Kurs açalım öğrencileri eğitelim demişler. Devlet günlük olarak 15 TL verdiği halde başvuran olmamış.
Bakırcılık dendiğinde sadece mutfak eşyası olarak anlaşıldığı sürece daha da bulunmaz.
Ama artık bakırı çağdaş bir dekorasyon aracı olarak kullanmamızın vakti geldi.
Oteller, hastaneler, büyük küçük işyerleri evlerin en güzel köşeleri bakırdan üretilen el emeği göz nuru eşyalarla dolsun.
Ucuz kalitesiz Uzakdoğu mallarıyla değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder