26 Ekim 2009 Pazartesi

ATEŞE HÜKMEDENLER.










































































































Şehir Notları

Ateşe hükmedenler

Son üç ocak, son üç usta




Kastamonu Bakırcılar Çarşısı’nda kalay yapan üç usta kaldı. En genci 50’sini çoktan devirmiş bu ustaların çırağı da yok. Kaybolmakta olan bu kalaycılığı ateşe hükmeden bu ustalardan bire bir dinleyim dedim. Kim bilir belki yarın çok geç olur.
İlk ustamız Sarıkayalı Raşit Yazıcı. 10 yaşlarında başladığı bu mesleği hâlâ sürdürüyor.
Tozun, sıcağın karşısında kalayladığı bir kap karşılığında aldığı para 10 lira...
Koca Raşit Usta, bir yandan kazanları,kapları büyük bir maharetle kalaylarken bir yandan da benimle konuşuyor:
“Emekliliğim gelsin diye bekliyorum. Sürem dolunca ben de bırakacağım. Kalaycılık artık öldü. Bakırcılar çalışmazsa zaten kalaycılar da olmaz. Bir zamanlar bu çarşıdan geçerken kulaklarını tıkamak zorunda kalırdın. Öylesine çok çalışılırdı.
Benim dedem kalaycıymış, babam da kalaycıydı. Ben de kalaycı oldum. Ama bu burada bitti. Benden sonra bu mesleği yapacak kişi yok”...

Ustamızın yanından ayrılıp bir iki dükkân ilerideki Şerafettin Şahbazoğlu Usta’nın yanına gidiyorum.
Şerafettin Usta biraz daha genç duruyor.
O da kalay takımlarını alt kata indirmiş, “İş gelirse yapıyoruz” diyor.
Dışarıdan bakan bir ustayı dükkâna davet ediyor.
Kastamonulular’ın yakından tanıdığı bir ismi, bir dönem Belediye Meclis üyeliği de yapmış olan
Mehmet Eşkil’i.
Eşkil’in hikâyesi ilginç. 1936 yılında ailesi Kars’tan göç edip buraya yerleşmişler. Bunu öğrenince soruyorum:
—Nerelisin ustam?
—Tabii ki Kastamonuluyum, diyor.
Ustam bunca yılın yaşamışlığı, görmüş geçirmişliği ile tam bir esnaf duayeni.
Biraz eskileri anlatmasını rica ediyorum, kırmıyor:
“Bu çarşının esnafı birbirini sayar severdi. Aralarından biri esnaf kâhyası olurdu. Bazı fırtınalı günlerde kâhya yangın tehlikesine karşı tüm ocakları söndürtürdü. Esnaftan biri vefat ettiği zaman tüm dükkânlar kapanırdı”...
Araya girip, soruyorum:
“Şimdi ustalarımız, ‘emekliliğimizin dolmasını bekliyoruz’ diyorlar, o zamanlar ne yapılıyordu?”
“O zamanlar” diyor, “ne emeklilik vardı, ne de sigorta. Oğlu kızı varsa bakarsa bakıyordu. Kimi kimsesi yoksa yaşlanan ustaya körük çektiriyorlardı”.
“Körük çekme”nin ne anlama geldiğini soruyorum bu kez.
“Eskiden Ağaimareti’nde (Yakup Ağa Camisi) kubbelerin altında, ocaklarda hurda bakırlar eritilirdi. Bu ocakların körüklerini de yaşlı ustaları çalıştırırlardı. Eski ustalar küçük de olsa bir gelir elde ederler, geçinip giderlerdi”.
“Ya daha da yaşlanıp, elden ayak düşen ustalar ne olurdu” sorumuza da cevap veriyor Eşkil:
“Her mesleğin insanlarının toplandığı kahveler vardı. Esnaf kalfası tepsi tuttururdu.
Kahvehanedekiler gönlünden kopan miktarı bu tepsiye atarlardı. Kimse aç açıkta bırakılmazdı”.

•••

Ustaların yanından ayrılıp sokağın sonundaki dükkâna son ustamızın mekânına gidiyorum.
En kötü durumdaki dükkânlardan birinde duruyor ustamız. Üstelik hasta.
Böbreklerinden ameliyat olmuş, beş sene hiç çalışamamış.
“Git evine yat, bu tozun içinde çalışma” deyince acı acı gülümsüyor, “Henüz emekliliğim dolmadı” diyor.
Derme çatma tahtalarla kapanmış, tavanından gökyüzü rahatça seyredilen bu dükkândan elde ettiği gelirle beş kişiye baktığını öğreniyorum.
Bir isteği, söyleyeceği bir şeyi olup olmadığını öğrenmek istiyorum, “Sağlık” diyor, “Gerisi boş”...

•••

Kastamonu’nun tarihi Bakırcılar Çarşısı’nda, ateşe hükmeden son üç ustayı tanıdım.
Üç ocak gördüm.
Kiminde ateş civekleri yüzümü yaladı.
Kiminde ocak sönmüştü ama dipte bir yerlerde sıcak bir köz bekliyordu.
Kiminde de bir köşede bekliyordu.
Üç usta, üç ocak.
Umarım hep sıcak kalırlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder