23 Kasım 2010 Salı

BİR ÖĞRETMEN ÖYKÜSÜ




“Fikri Uzun’la “Öte Geçe”de zaman yolculuğu”

“Böbüroğlu koltuğuna oturdu, bir eliyle direksiyondan yapıştı, öteki eliyle tuttuğu kontak anahtarını yerine takıp cipi çalıştırdı. Arkasına döndü, çabucak yolculara baktı, bakışlarıyla saydı. Yolcular tamamdı”
Kastamonu Cide- Cide Kastamonu arası posta çekiyor, bulursa yolcu alıyor, yolcusuz da kalmıyordu.
Kastamonu’dan ayrıldı, Gölköy’ü Subaşı’nı geçti, Dadaya yaklaştı.”
1968 yılının karlı bir kışında gencecik bir delikanlının Şenpazar-Yarımca-Samaya öğretmen olarak gidebilmek için çıktığı meşakkatli yolculuğun hikâyesi bu satırlarla başlıyor.
Şimdi yıl 2010 aynı güzergâhtayız. Direksiyonda Böbüroğlu yok ama o günün jeep’in içindeki beş yolcudan biri olan genç idealist öğretmeni, bu günün emekli öğretmeni ve yazarı Fikri Uzun hocam var.
Yollar asfalt, araçlar hızlı ve güçlü iletişim dersen her yerden çeken cep telefonları var.
Daday Ballıdağ’dan yukarı güçlü motorundan çıkan homurtularla tırmanan, sıcak ve konforlu aracımızdayız.
Hocam acı acı gülümsüyor.
—Bir zamanlar bu yolları aşmak o kadar zordu ki. Görmeyen yaşamayan bilmez
Şenpazar-Yarımca Samay’a gitmek için o zamanlar Daday-Ballıdağ Azdavay’dan Cide’ye oradan da Şenpazar’a gidilirdi. Ulaşım aracı olarak da bir tomruk kamyonları birde Böbüroğlu’nun jeepi vardı.
Azdavay’a kısa sürede iniyoruz. Oyalanmayalım yolumuz uzun diyor ve devam ediyoruz. Yolda Suğla Yaylasından Pınarbaşı’na yaptığı karlar altında donma tehlikesi atlattığı yerleri gözleriyle ararken o yolculuğu da anlatıyor.
Suğla yaylasını gözümün önüne getiriyor, pınarbaşıyı düşünüyorum. Bana bile en iyi iklim koşullarında bile zor geliyor. Kaldı ki kurtların cirit attığı kar kalınlığının 1 metreyi aştığı mevsimde imkânsız gibi geliyor.
Pınarbaşı’nda da durmayıp Ulus Bartın yoluna dönüyoruz. Bu yolu da yeni açmışlar benim zamanımda bu yollar da yoktu diyor.
Pınarbaşı-Kayabükü köyü Eyüpoğlu Mahallesine dönünce duruyor. Köyün girişinde yıkık bir okul binası ve derenin yanında dönüp dolaşıyor bir yer arıyor ama bulamıyor. “Gizemli bük” buradaydı. Bu okulu da benden sonra yapmışlar ama o da battal olmuş diyerek kitabında yazdığı gizemli bükü nafile arıyor. Çınarlar kesilmiş yollar açılmış köy değişmiş. Tekrar aracımıza binip köyün meydanına gidiyoruz.
İşte köyün okulu, mescidi aynı zamanda benim evim buraydı diyerek küçücük ahşap bir yapının yanında duruyor.
İnanması o kadar zor ki. Fikri Hoca içeri giriyor. Gözleri dolu dolu ahşap tahtaları okşuyor.
—Burası sınıfımdı. Sivri Mehmet dikkat çekerek beni bu odaya ve köylülere ilk kez takdim etmişti diyerek hatıralarının sisli dünyasına dalıyor.
Köy bayram dolayısı ile cıvıl cıvıl. İstanbul’dan gelenler yukarı ki divana bayramlaşmaya ve Bayramın üçüncü günü gelenekselleşen bayram yemeğini yemeye gidiyorlar. Gençten bir delikanlı bizlere ne aradığımızı soruyor. Hoca hiç istifini bozmadan- Bu köyde öğretmenlik yapan Fikri Hocayı bilen var mı diyor. Gençlerden oluşan topluluk yok deyince soruyu değiştiriyor.
Yaşı 50 civarında olan var mı diye sorulan soruya karşılık bu kez orta yaşlı bir kadın balkona çıkıp hocayı dikkatlice süzüyor ama o da çıkaramıyor. Fikri Hocayı ona da sorunca
—Hani şu bataklığı kurutan öğretmen mi evet bildik diyor.
Hep beraber Defne, Şabanoğlu, Eyüpoğlu mahallelerinin bayramlaşması için yukarı çıkıyoruz. Hocanın etrafı bir anda eski talebeleri tarafından sarılıyor. Mandalarla yaptıkları unutulmaz bataklığı kurutma mücadelesini anlatıyorlar.
Hocayla Azdavay-Çocukören-Orta Mahallesine gidince oraya da su getirdiğini öğreniyorum. Eski talebelerinin okulun bahçesinde yeni yapılan inşaatın üstünde tuğlalardan yapılma sandalyelerde verdikleri yemek ve çay ikramını reddetmiyoruz.
Giderken bir çuval kara kelem dolduruyorlar aracımıza. Hocamız özlemiştir belki diye.
Yine yollara çıkıyoruz. Ne hocada yer bitiyor ne de yol.
Bu seferde Şenpazar-yarımca Samay’a çıkıyoruz. Akşam olmak üzere ışık kaybolmuş. Bu saatten sonra benim için fotoğraf zamanı bitmiştir hocam diyorum. Zararı yok diye eski okulunun yolunu tutuyor. O zamanlarda evinde kaldığı muhtar rahmetli olmuş. Muhtarın oğlu ve aynı zamanda talebesi olan Hüseyin’i buluyor. İstanbul’dan bayram için gelmişler.
Bahçede yakılan ateşin karşısında bir yandan çaylar içilirken bir yandan da eski günler yâd ediliyor.
Fikri Uzun bu gün bile kimsenin gitmeyi göze alamadığı yerlere o günün imkânsızlıkları içinde gidip görev yapan, gittiği yerde de iz bırakan idealist bir eğitimci neslinin son örneklerinden.
O öğreten bir öğretmen olmuş.
Sadece harfleri değil hayatı da öğretmiş.
Uzak dağ köylerinde bu genç öğretmenin bıraktığı izler hala silinmemiş. Bazen köye su getiren, bazen bataklığı kurutan, bazen de hurafeleri yıkan öğretmen olarak hala hatırlanıyor.
Hocam “Öte Geçe”lerde adın hala konuşuluyor, ardında bıraktığın izlerin hala duruyor.
24 Kasım Öğretmenler günün kutlu olsun hocam.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder