MEMLEKETİMDEN İNSAN ÖYKÜLERİ
En uzun geceyi hastalara sor…
Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat
(En uzun geceyi gökyüzüyle, yıldızlarla uğraşan (müneccimler/ilim
insanları) ne bilsin. Sen aşk derdine müptela olmuş kavuşamayan aşığa/hastalara
sor ki, geceler kim bilir kaç saat...)
…
Bir kış klasiği yaşıyorum. Hastayım.
Beni bilen bilir. Ben her sonbahar Ilgaz’a âşık olur her kış
başı da mutlaka hastalanırım.
Gündüz pek bir şey olmasa da geceleri hakikaten o kuru
öksürük nöbeti yaşam kalitemi çok etkiliyor. Hasta olunca da artan huysuzluğumu
bilen eşim; daha ben bir şey demeden yerini devlet sırrı gibi gizlediği bence
kozmik odaya sakladığıkestane balını ortaya çıkarıyor. (Bu sene kestane balı öyle
kıymetli ki şırıngayla damardan alacağız neredeyse.)
Bizim evde gribal hasta menüsü tam bir klasiktir, hiç
değişmez.
İlk iş günde yemeklerden önce aç karnına bir çay kaşığı
kestane balı, her öğün başı acılı yaş tarhana, köy horozu suyuna yapılmış
çorba, Tosya sarı kılçık pilavı,üstüne kanlıca turşusu, en sonda da Azdavay’dan
gelen ıhlamur çayı ve Netflix dizi/film keyfi.
Bu birkaç gün/ öğün devam edince de sağlıklı gıdaya alışkın
olmayan bünyem, anında ayağa kalkıp iyileşiyor. Üstelik benim hasta olduğuma da
ben hariç çok fazla inanançıkmıyor.
–çokkk hastayım
deyince de bana teşhisi koyup tedaviyi söylüyorlar.
-Amaannnortalığın hastalığı, kır dizini birkaç gün evde kal,
azıcık dinlen, iyileşirsin.
İyi de benim için en iyi dinlenme elde makine fotoğraf
çekmek demek. Ruhumun ilacı ise belli Ilgaz dağı ve dağ bayır gezelemek.
Kar topluyor bulutlar, ısıtmıyor kış güneşi…
Evde yatmaktan iyice kilo alıp, azıcık da gözüm açılır gibi
olunca, ilk fırsatta kendimi attım sokaklara.
İlk iş şehri şöyle bir gezmek istedim.
Dilimde Cahit Sıtkı’nın şiiriyle atladım Ilgaz’a düştüm
yola,
Haydi, Abbas,(Ilgaz)
vakit tamam;
…
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.
Şehir kalabalık, havasoğuk, mevsim kış ve aylardan aralığın
sonu olmasına rağmen gökyüzünde güneş pırıl pırılparlıyor. Bu mevsimde böyle
havalar olunca ihtiyarlar, eskiler, uslular bu duruma kar topluyor hava
derlerdi.Bence de yakındır şehre kar güzelliğinin gelmesi.
…
Cumhuriyet meydanında kış güneşinin keyfini çıkaran, emekli
dayılarla, okul saatini bekleyen öğrencilerle selamlaşıp Nasrullah köprüsüne
çıkıyorum. Buradan ne zaman geçsem alışkanlığımdır, sadaka taşlarını yoklarım,
bir selam, bir gülümseme, bir merhaba bırakan var mı diye.
Karşımda Nasrullah Camisi, şadırvanı tepemde güvercinler
etrafımda kalabalıklar. Öğle vakti yakın, ezan ha okundu ha okunacak. Bu dar
vakitte abdest için acele ediyor birkaç kişi. Çok geçmeden tüm meydana, şehre
huzur veren bir ses yayılıyor.
Müezzin minarenin yanından çok güzel bir sesle ezan okumaya
başlıyor.
Abdest alanlar ezan sesini duyunca daha da hızlanıyor.
Ceketler çividen alınıp kasketler ters çevriliyor, caminin kapısından hızlıca içeri
giriyorlar.
Meydanda,
Bir tatlıcı rızkını çıkarmaya çalışıyor. Bir güvercin yem
kapmak için çocuğun elinden gözünü ayırmıyor.
Birçok kişi birbirinden habersiz gelip geçiyor,
helvacı gelene ikram için yeni bir paket açarken, çaycının sesi duyuluyor
3 çay biri açık…
Kastamonu’da Balık Ekmek…
O kalabalıklar arasından geçerken gözüme bir yazı takılıyor,
Balık ekmek yapan bu yeri daha önce fark etmemiştim.
İlginç geliyor.
Dükkân küçücük bir yer, iki masa ancak sığar, birkaç tabure
de dışarıda var.
Adı Kudret, Samsun Alaçamlıymış.
Yolu bir şekilde bizim memlekete düşmüş.
Hamsileri tavada kızartırken, hikâyem uzun dedi. Kısaca
anlat dedim.
-Bura ucuz geldi, bir de kader diyelim yeter dedi.
Kudret ustayla balık ekmek yedik, üstüne biraz sohbet etme
imkânı bulduk.
-Ben balığın içine doğmuşum, Kastamonu benim için en güzel
yer diyor. Daha çok şey anlatıyor hoşsohbet biri sözü dinlenir, balığı yenir.
-Haydi, bakalım bana müsaade ustam, hava güzel, zaman dar,
şehir beni ben şehri özlemişim. Kavuşma vaktidir diyerek karışıyorum
kalabalıklara.
Bakırcılar çarşısında bir eski dost/Doğal ürünler cenneti Kastamonu.
Ben her şehrin bir ruhunun,bir kimliğinin olduğuna
inananlardanım. O yüzden ne zaman yolum düşse o kimliği halen yaşatan yerlere
uğrarım. Bazen bir eski mahalle, bazen kadim zamanlardan bu yana değişmemiş bir
el sanatı, bir zanaatkâr ya da doğadan toplanan ürünlerin olduğu bir yer olur.
Severim böyle yerleri.
Dolaşırım gönlümce, çekerim doyasıya.
Bakırcılar çarşına çıkmadan yolumun üstündeki ayakkabıcı
dükkânları da bunlardan biri. Rengârenk lastiklere, cizlavutlarabakmaya,
çekmeye doyamıyorum. Ben foto çekerken yanımdaki Namaz meslerine bakan amcamtuşlu
telefonuyla evini arıyor,
-Hele bak bana senin ayağın kaç numaraydı, mes alacağım?
Karşı tarafı duymuyoruz ama dayım anlaşıldığı kadarıyla emin
olmuyor ama çözümü yine kendi buluyor,
- Kapı önündeki lastiğin altına bak ne yazıyor söyle.
Ayakkabıcıların yanında önü kalabalık nalburlar var, ötede
ise sobacılar, kovaları dizmişler yola.
Bakırcılar çarşısında artık bakırcı kalmasa da eski
dostlarım hala var.
Göcen köylü Uğur Madenoğlu kardeşim de onlardan biri. Yeni
açtığı iş yerinin önünden geçerken beni görünce dışarı çıkıyor.
-Gel şefim bir çayımı iç, yorulmuşsundur azıcık dinlen.
Bir dost sesinin içten davetini reddetmek olmaz.
Selam verip oturuyor, hal hatır soruyoruz karşılıklı. Benhastayım
zaten uğurum diye dert yanmaya başlıyorum.
İyi olacak hastanın ayağına doktor gelir derler ya bizimki,
o hesap.
Tam yerine geldin şefim ne ararsan bizde var, sana bir
reçete yazayım madem hastasın,
-İç şunu iki güne ayağa kalkarsın diyerek bana gürgen
pekmezini uzatıyor. Eğer dersen ki “-iki gün çok uzun, ben hemen ayağa kalkayım”
o zaman kara kovan ballı köy ekmeğinin üstüne ılgaz’ın eteklerinde beslenmiş
ineklerin sütünden yapılan tereyağını sürüyorsun, Kızılcık tarhanası, dörkeni
ibisi, Taşköprü sarımsağı, acı elma/alıç sirkesi, pastırma, kestane balı da
vereyim.
Daha sayacaktı - Dur uğurum dur azıcık dedim,
-Aman istemem sen bana bir çay söyle yeter, buranın
fotoğrafik görüntüsü bana ilaç gibi geldi,bak hele hele nedir bu sepetler kim
yapıyor bunları?
-Dedem yapıyor el sanatıdır.
-Peki ya şu yün çorapları?
-Onları da nenem örüyor.
Kiren, ahlât, kuşburnu, alıç pekmezi, siyez ürünleri, bal,
çalı süpürgesi, her boy sepet, pastırma, sucuk, hamur tahtası benim
görebildiklerim. Dahası da epeyce var.
Burasısatılan ürünleri, yiyeceği, içeceği, kültürüyle tam
bir Kastamonu kırsal panoraması,
Dili de öyle,
Kapıdan geçen biri içeri doğru bağırıyor,
-Uğur abeysinin bir araba var mı sırtımdaki pata çuvalı
belimi kırdı, şuraya kadar götüreyim getiririm.
-Valla yok abeyim…
…
Uğurla uzun uzun konuşuyoruz.
Çaylar gidip gelirken köyden kırdan tanışlarla
karşılaşıyoruz. Alış veriş edenlerle hasbihal ediyoruz. Kelimelerle fotoğraf
çekiyorum. Öyle güzel, öyle saf, öyle doğal ki, zamanın nasıl geçtiğini bile
anlamıyorum.
Gülüşün eklenir kimliğime…
Çarşı Pazar gezmekten yorgun düşmüşüm.
Ayaklarım bedenimi taşımakta zorlanınca anlıyorum ki artık eve
gitme zamanı.Geldiğim gibi yine Nasrullah Meydanından, şadırvanına, oradan
köprüye doğru aheste aheste yürüyorum.
Gölgemin iyice uzayıp kalabalıklara karıştığını görünce
dönüp arkama bakıyorum.
İnci tepesi üzerinden gün batmak üzere,
Bir gün daha biterken, bir sayı daha eklerken yaşadığımız
günlere bir şairin Ahmet Telli’nin dizeleriyle güne, kış güneşine veda ediyorum.
“Gün biter, gülüşün kalır bende”
Bir de gülüşün eklenir kimliğime.
…
Güneş batıyor, günbitiyor ve ben “sığındığım her yer adınla anılır” dediğim ve yüreğimin sol
alt köşesi, memleketim Kastamonu yazan o görünmez kimliğime bir de gülüş
ekliyorum.
13 Aralık 2023- Kastamonu
Cebrail Keleş/ Balıkçı Şef