22 Kasım 2010 Pazartesi

KURBANLIK YAZI…

Arife günü,

Karmaşık trafikte ilerlemeden durmaktayım. İlerleyemiyorum çünkü trafiğin durmasının sebebi İleride iki sürücünün önce araçlarının tamponlarıyla sonrasında kafalarıyla bayramı bir gün önceden kutlamaya çalışmaları.
Onların bayramlaşması bitince trafik az da olsa akıyor ve şehre geliyorum gelmesine de bu sefer de beni durdurmuyorlar. Daha doğrusu duracak park edecek bir yer bulamıyorum. Park yeri için olukbaşına kadar gidip tekrar gelince anlıyorum ki yaktığım benzin, park ücretinden daha fazla, haliyle en yakın otoparka dönüyor ve kendimi şehrin kalabalığına karıştırıyorum.
Ama benim huyumu bilenler tarafından,
—Şehirde boş boş gezip durma bir işe yarasın gezdiğin deyip elime bir çanta dolusu bıçak tutuşturuluyor. Bıçak bileyicisi olarak tanıdığım tek kişi olan, nalbur dostum Ata Köz’ün mahkeme altındaki dükkânına yol alıyorum. Bakıyorum ki sıra çok,
—Ata Ustam ikindi üzeri uğrarım dedikten sonra, elde makine, inadım inat diyerek yine şehri turlamaya çıkıyorum.

Bayram Günü,
Kesim biçim işlerinden hiç anlamam, keser biçer poşetler verirseniz sizinle ortak olurum dediğim birkaç dostla aldığımız büyükbaş bir hayvanımız var. Aldığımız hayvan köyde. Baltacı Kuyucağı köyünde. Biz de bayram namazından sonra düştük Daday yoluna,Germeçtepe Barajının üst başından ilerleyip Baltacı Kuyucağının mahallesine döndük.
Hayvanı kesmek öyle kolay bir iş değil. Teknik, taktik, beceri, güç kuvvet istiyor. Ben bu işin şef olarak yönlendirme ve uzaktan bakıp ahkâm kesme tarafındaydım.
Hayvanı gözü bağlı getirdiler. Etrafına toplanan uzman bilirkişi ayağına yık-matik olarak bilinen fennin son harikası aleti bağladılar. Ama bağlama şekli konusunda bir takım muhalif sesler çıkmıyor da değildi.
Asıldılar ipe hayvan tepetaklak yere yıkıldı ama hemen teslim olacağa benzemiyordu. Bizimkilerle başladı güreşmeye. Bir dana üste çıkarken bir bizimkilerden biri üstte görünüyordu. Sonunda insanoğlu galip çıktı. Kesilen hayvanı caraskal tabir edilen sanayi tipi bir zincirli krikoyla kaldırıp tavana astık.
Yüzme işi kolaydı. Kesme ve parçalama işi uzun sürdü. Etleri ayrı tart, kemikleri ayrı tart. Olmadı ondan al buna ekle derken akşamı ettik.
Buradan bana fotoğraf olarak bir şey çıkmadı diye hayıflanırken ev sahibimizin çocukları çıkageldi. Üç minik şey, üçü de birbirinden sevimli tam bir köy çocuğu. Köy yerinde her türlü hayvanla bir arada barışık yaşayan bu çocuklar kurban olayına alışıklar. Onlar için çok sıradan bir olay.
En küçükleri Sude, arkadaş oluyoruz. Etrafta minik köpekler var. Ancak uzaktalar ve yaklaşmıyorlar. Sude bunlardan birini çağırda gelsinler diyorum. O daha iyisini yapıyor.
Ahıra gidip kucağında kendinden ağır bir yavru köpekle çıkageliyor. Arkasından önce biri sonra tüm yavrular geliyor.
Ben kurbanı arkadaşlara bırakıp, yeni arkadaşımla minik yavruların peşine takılıyorum. Arkamızdan gelen kuyrukları hızlı hızlı sallanan altı minik köpek yavrusuyla birlikte, Sude bana etrafı gezdiriyor,
Bici bici diyor küçük danalara. Büyük köpekleri kovalayıp yavrularla sarılıyorlar birbirlerine.
Kazdan biraz tırsıyorlar.
Tavuklar ve horoz kimseden emir almıyor kimseyi dinlemiyorlar. Kafalarına göre takılıyorlar. Ama yemlerine ortak olan serçelerden hiç mi hiç hoşlanmıyorlar.
Miniklerle birlikte yaptığımız gezi sonunda onlardan epey şey öğrendim.
Bu arada kurban kesilmiş parçalanmıştı. Tartıp koyduk arabaya.
Gün batarken işimiz ancak bitmişti.
Kurban Bayramında benim Kurbanlık yazım böyle.










Yarın Ballık Köyünde yüzlerce yıldır devam eden bir geleneği yerinde görmek için Ballık Köyüne gideceğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder