21 Ekim 2010 Perşembe

NASRULLAHTA İSİMSİZ BİR İHTİYAR

Sonbaharın bu güzel günlerinde şehirde kalmanın burukluğu içinde Nasrullah Meydanı’na doğru yürüyorum. Kuyruğa girip Tekeli’den sıcak bir simit aldım. Meydanda sırtımı kaleye verir, bir demli çayla bu güneşli sonbaharda simidimi yerim diye düşündüm. Simit elimde şadırvanın yanından geçip giderken güvercinler tepemde şöyle bir dolandılar. Benden yem çıkmayacağını anlayınca hemen elinde yemle onlara koşan çocuğun etrafında kümeleştiler.
Simitle birlikte çay ocağına doğru giderken bankta oturan biri dikkatimi çekti. İhtiyar bir amca tek başına oturmuş bir yandan gelen geçene bakıyor, bir yandan da sigara tüttürüyordu.
Ama öyle dertli içiyordu ki, dayanamadım. Müsaade isteyip oturdum yanına. Uzattım simidimi,
- Bölüşelim mi baba, dedim.
- Yok, evlat dedi.
- Karnın açsa gidelim şuradan bir çorbacıya, deyince güldü.
- Nerelisin bakayım sen deyince aramızda sıcak bir bir muhabbet, samimi bir diyalog oluştu.
Ben O’na beni anlattım. O bana kendini. Kulağı ağır işitiyordu o yüzden tüm Nasrullah’la paylaşıyorduk dertlerimizi.
“İçmesen şu sigarayı bak öksürüyorsun” dedim duymazlıktan geldi. Ben de fazla üstelemedim.
Ağzında sigara elinde baston uzaklara bakıp bakıp dalan ihtiyara sordum,
- Baba ismin nedir?
Duymamış gibi davrandı.
Daha doğrusu hiç oralı olmadı. Sigarasından derin bir nefes alarak anlatmaya başladı:
- Anamdan doğalı 88 yıl oldu evlat, Karaçomaklıyım. Bizim oraları duydun mu, bilir misin?
- Bilmem mi az balık tutmadım barajında dedim.
- Yok, bu orası değil biraz daha yukarıda bir köydür. Karaçomak deresi bizim köyden doğar o yüzden baraja ismini verdiler.
Geçmişten, bu günden kaybettiklerinden bahsederek çok şeyler anlattı kısa zamanda. O anlattıkça ben şunu anladım ki,
Mutluluk, akşamları kapıyı açtığında sıcak bir yuva bulmakmış. Zenginlik ise evde bir ses, bir nefes olmasıymış.
Uzun bir hayatın en büyük riski ise sevdiklerinin bir bir göçmesine tanık olmak, acılarını yaşamakmış.
İhtiyarlıkta en büyük dert ise ne hastalık, ne parasızlık sadece ve sadece yalnızlıkmış.

Usulca kulağına fısıldadım.
- Gel gidelim seni yatıralım yaşlılar evine, diye.
- Olmaz gitmem, dedi.
Bu günlerde Nasrullah Meydanı’nda bankta oturup güvercinleri seyredenler arasında dertli dertli sigara içen bir ihtiyar görürseniz, bilin ki o benim “İsimsiz İhtiyar”ımdır.
Benimle simidimi değil ama kendi yalnızlığını paylaştı.
Özdemir Asaf ne demişti:

“Yalnızlık paylaşılmaz
Paylaşılsa yalnızlık olmaz.”

Bir bankta paylaşılan, bir simit yeme süresi kadar zamanda yalnız değildik.
İkimiz de.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder