29 Ağustos 2009 Cumartesi

KURTULUŞ SAVAŞINDAKİ MEÇHUL KAHRAMANLAR..TOSYALI DELİ ÇEPNİ..



















































































































































































































KURTULUŞ SAVAŞINDA BİR TOSYALI
DELİ ÇEPNİ
Kastamonu-Tosya Çepni köyündeyim. Bu köyün adı bana hiç yabancı gelmiyor. Biraz araştırınca aradığımı buluyorum. Bakın neymiş bu Çepni.
“Çepni boyu, Oğuz Kağan Destanı'na göre Oğuz Türklerinin 24 boyundan biridir ve Kaşgarlı Mahmud'a göre Divân-ı Lügati't-Türk'deki yirmi iki Oğuz bölüğünden yirmi birincisi; "Çepni"lerdir.”
"Çepni" kelimesi düşmanla savaşan anlamında kullanılmıştır. Çepni boyunun özelliği "nerde yağu görse orda savaşır" olarak anlatılmaktadır.”
“Çepniler; 1071'de Anadolu'nun, 1277 yılından itibaren de Sinop'tan Trabzon'a kadar olan Karadeniz Bölgesi'nin fethedilmesinde çok aktif görevler üstlendiler. 1277 yılında Sinop'a saldıran Rum Pontus İmparatorluğu'nun ordusunu bozguna uğratmışlardır. Büyük çoğunluğu Karadeniz bölgesinde yaşar."Çepni" kelimesi Anadolu ağızlarında düşmanla savaşan anlamında kullanılmaktadır.
Tosya’dan İstanbul yoluna çıkıyoruz. Trafik çok sıkışık. Nalbantoğlu tesislerini geçer geçmez sola dönüyoruz. Yol asfalt. Derenin üstündeki köprüden geçip yukarıya tırmandıkça aşağıdaki Tosya ovasının güzelliğini daha iyi görebiliyoruz.
Çepni köyü Tosya’ya 16 km uzaklıkta sarp kayalıklar arasına kurulmuş şirin bir köy. Köyün görünümü çok güzel. Dışarıya çok fazla da göç vermemiş. İlk Okul açık. Köyde halen bir hızar çalışıyor. Yeni evler yapılıyor eskiler onarılıyor. Hareketli canlı bir köy. Gelir kaynakları ise genelde hayvancılık Söylenenlere göre Bal kabağı ve kızılcıkları da meşhurmuş.
Köyün altında bir yerleri gösterip anlatıyorlar. Eski Çankırı yolu buradan geçermiş. Rivayetlere göre çok çok eskiden köy daha aşağıda kervan yolu üzerindeymiş. Çepni’lerin savaşçı özellikleri yüzünden çocukları sık sık kervanlar tarafından kaçırılınca köyü şimdiki yerlerine taşımışlar.
Recep işte böyle bir köyde böyle bir genetik mirasla doğmuş. Değirmenci bir babanın oğlu olan Recebin ataları da yüzyıllardır bu köyde değirmencilik yaparmış. Recep daha çocukken göze batmaya başlamış. Yaşıtlarına göre daha bir gösterişliymiş. Kısa zamanda boylu boslu güçlü kuvvetli bir delikanlı olmuş çıkmış. Değirmende ağır un çuvalları ona kuştüyü yastık gibi gelirmiş. Köy yerinde hemen başını bağlamışlar daha yaşı on beşi bulmadan evermişler Recebi.
Köyün kıyıcığında derenin hemen yanındaymış değirmenleri. Recep, o değirmenin her taşını, toprağını, kiremidini, değirmenin çarkını taşını bilirmiş. Duvarlarındaki her taşı, ezberlemiş. Değirmenin önünde söğüt, ceviz ağaçlarının serin gölgesinde, çeşmenin başında oturup kuşların sesini dinlermiş. Öğle vakti gelince gözü tahta köprüde olurmuş. Eşi, evdeşi, sevdalısı azığını getirirmiş o köprüden.
Kundakta bir de bebekleri varmış. Öpmeye kıyamadığı koklamaya doyamadığı.
Bir zaman sonra. Haber gelmiş köye. Yetiş ey vatan evladı. Memleket işgal altında kurtuluş günü bu gündür. Demişler. İşgal nedir bilmeyen bir memlekette yaşayan biri olan Recep anlamamış ama genetik mirası savaşçı kişiliğini derinlerden bir yerden çıkarmış.
Ne de olsa O bir Çepni’ymiş.24 Oğuz boyunun en cengâver soyuna mensup bir soydan geliyormuş.
Kundaktaki bebeğini Tosya Çepni köyünde bırakıp Kurtuluş Savaşı için Eskişehir, Afyon cephelerine koşmuş.
Boylu boslu gözü kara bu delikanlıyı Türk ordusunda en kıymetli silahlardan olan Maksim Makineli tüfek yardımcısı olarak vazifelendirmişler. Usta asker olan Mehmet Çavuşla birlikte cepheden cepheye koşmuşlar.
Bir yanda soyundan gelen kanın damarlarında deli deli aktığı savaşçı Deli Çepni var.
Bir yanda 17 yaşına yeni giren kundakta ki bebeğinin babası Değirmenci Recep var
Savaş alanında Deli Çepni’nin gözü kararıyor. Atların kişnemeleri, havaya uçan başlar, kollar, genizi yakan barut kokusu hiç biri etkilemiyor. Kan içip barut soluyor. Tüm bunları yaparken yüreği taşlaşıyor. Gözü hiçbir şey görmüyor.
Ancak.
Afyon ovasında gün batıp ta akşam çöktüğünde,
Bir hüzün doğuyor gözlerine. Değirmenci Recep köyünü düşlüyor. Tahta köprünün üstünde azığını taşıyan eşini, taşını çarkını ezberlediği değirmenini düşlüyor. Çeşme başında serin gölgelerin altında değirmenin çıkardığı sesleri dinlerken, eline yüzüne bulaşan o ak unları düşlüyor. Kundakta bıraktığı bebesini, onun kokusunu düşlüyor.
Kurtuluş Savaşının en sıcak anları yaşanmaktadır. İnönü Savaşları sürmekte. Bir millet var olma savaşı vermektedir. Maksim marka makineli tüfek Mehmet çavuşla meydanda ölüm saçmaktadır. Recep makineliye mermi yetiştirebilmek için kan ter içinde koşturmaktadır. Maksim makineli ölüm kusar işgalcilere.
Düşman da boş durmaz tabi. Komutanları bağırmaktadır. Susturun şu maksimi yoksa hepimiz kırılacağız demektedir. Hep birlikte kurşun yağdırırlar üstlerine ölüm yağdıran sipere.
Bir zalim kurşun, bir yağlı kurşun gelip bulur Recebin komutanının, ustasının, Mehmet Çavuşun o öpülesi alnına…
Hani Akif der ya. Aynen öyle. Mehmet Çavuş’ta Vurulup tertemiz alnından uzanıp yatar. Mehmet Çavuş makinelisinin üzerine uzanmış bırakmamış son nefesinde bile silahını.
Düşman sevinçli, nasıl sevinmesinler susturmuşlar ölüm makinesini. Hücuma kalkıyorlar.
Ama bilmedikleri bir şey var; karşılarında bıyığı terlememiş bile olsa Oğuzların en gözü kara boyunun evladı duruyor.
Recep yanı başında yatan yoldaşını, ustasını, kumandanını, Mehmet Çavuşunu sımsıkı tuttuğu bırakmadığı makinelisinin başından zoraki ayırır. Ellerinde Mehmet çavuşun henüz soğumayan kanı vardır.
Gözleri alev alev yanarken, içindeki aslan uyanır. O Deli Çepni kanı damarlarında daha bir sıcak akmaya başlar. Makinelinin başına geçer.
Susturdukları sandıkları makinelinin sevinciyle siperden çıkan düşman daha birkaç adım atamadan Maksim makinelisinin korkutucu sesini ve mermilerinin vızıltılarını duyarlar ama artık çok geçtir.
Ekine giren bir orak gibi sapır sapır dökülürler. Ağustos güneşi görmüş kar gibi erirler. Sipere kendilerini atabilenler şanslı olanlardır.
Bu durumu gören kumandanı sevinçle Recep’e seslenir.
—Hey bre Değirmenci Recep bu gün burada tarih yazdın der. Recep elini tetikten gözünü düşmandan çekmeden dişlerinin arasından fısıltıyla cevap verir.
—Kumandan, kumandanım Değirmenci Recep değil…
—Benim adım Deli Çepni.
Ama düşman da kendini toparlar toparlamaz bu deliyi de susturmak için varını yoğunu ortaya koyar. Artık siperden çıkamadıkları için iş topçulara kalmıştır. İşte düşman topçuların tek hedefi artık bu makineli tüfektir. Yoğun bir atış başlar. En sonunda birisi isabet eder.
Deli Çepni sadece önündeki toprağın havaya kalkışını görmüştür. Sonrası sadece bir boşluktur, karanlıktır hatırlayamadığı. Maksim makineli susmuştur. Ancak Makineli sussa da kazanılan zaman zarfında takviye birlik çoktan gelmiş. Siperden çıkan düşmanı önüne katıp kovalamaya başlamışlardır bile. Deli Çepni görevini tamamlamıştır.
Recep hastanede gözünü açar. Daha doğrusu tek gözünü. Şarapnel gözünü parçalamıştır. Kalkmak ister kalkamaz bacağı boydan boya sarılıdır. Aylarca hastanede yatar.
Sonra Savaş bir gün biter köyüne döner. Savaş alanlarının Deli Çepni’si Recep tekrar Değirmenci Recep olmuştur. İlave bir isim daha almıştır. Kör değirmenci. Üstelik bacağının bir tarafı komple soyulmuş et kalmamış sadece deri tutar olmuştur.
Devletten bir şey istemese de gazi maaşı harp malulü aylığı almaktadır. Köyde civarda herkes dost değildir. Devletin verdiğini (742 kuruş) maaşı kıskanırlar. birileri onu şikâyet ederler. Derler ki bu savaşmamıştır.
Değirmenci Recep bir kez daha Deli Çepni olmuştur. Savaş alanında yıkılmayan devi bu sözler yıkmıştır.
Şahit isterler
—Şahidim önce Allah’tır. Sonra Afyon’da meydan muharebesinde siperde akıttığım kanımdır. Şarapnelin alıp götürdüğü gözümdür, bacağımın yarısıdır der. Der ama dinleyen kim. Yine inandıramaz kimseyi O da tutar kumandanına bir mektup yazar.
Kumandan öyle bir mektupla cevap verir ki Askerler başlarında taşıyıp köye getirirler.(O Mektubu yakınlarından istedim aile bu konuda bana söz verdi bulunca bir kopyasını gönderecekler.) Olay bu şekilde tatlıya bağlanır.
Savaş alanlarının Deli Çepni’si, Değirmenci Recep Dayı olarak uzun yıllar, Değirmeni, tahta köprüsü, deresiyle mutlu bir hayat yaşar.
Zamanla değirmen teknolojiye yenik düşer. Göçler olur. Hem değirmen hem Recep Dayı unutulur. Derken birileri organik un yapmak için eski değirmeni faal hale getirmek isterler. İşte o zaman bu hikâye açığa çıkar.
Şimdilerde Recep Dayının torunu bu değirmeni hayata geçirmeye çalışıyor. Geleneksel usullerde üretim yapacak olan bu değirmende tekrar çarklar dönmeye başlarsa, ilk isim önerisi benden olsun.
Adına “DELİ ÇEPNİ DEĞİRMENİ” diyelim. Çeşmenin başına, başta köyün adı ve menşei sonra değirmenci Recep Dayının hayat hikayesini anlatan bir plaket konsun. Bir de var ise resmi konulsun.
Bu vatanı kuranları, kurtaranları unutmayalım. Meçhul Kahramanlar olarak kalmasın.
Yerel tarihimize kahramanlarımıza sahip çıkalım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder