16 Haziran 2013 Pazar

BENİM BABAM

Benim babam okuma yazma bilmezdi…


Ama her gün cebinde bir gazeteyle eve gelirdi

—Oku oğlum şu resmin altını oku bakalım... Başvekil ne demiş, Paşa ne demiş. Oku derdi. Ağabeylerim, ben hepimiz sırayla okurduk.

Sonra pehlivan tefrikalarının olduğu kısmı okuturdu. Dikkatle dinlerdi. Bazen bir deftere mahallenin, günün, dünyanın önemli olaylarını not ettirirdi.

Şimdilerde Varoş diyorlar. Öyle bir mahalledeydi evimiz. Küçük bir bahçesi olan kerpiç duvarlı çatısız, toprak damlı bir evdi.

Sonraları tüm mahalledeki evler bir bir çatılandı, Bizimki eksik kalır mı hemen yaptırdı babam, artık bizimde kiremitli bir evimiz vardı.

Benim babam mütedeyyin bir adamdı.

Emekli olunca Hacca gitti.

Mahalle camimizin önüne arada bir seyyar satıcı kitap getirirdi. Babam kitabın kapağındaki resmine bakar öyle alırdı. O zamanlar akşamları çok sık kesilen elektrikler yüzünden çoğunlukla gaz lambası ışığında tüm kardeşler sırasıyla o kitabı okurduk...

Hz. Âlinin Hayber Kalesi cengi en sevdiği kitaptı.

Fabrikada işçiydi babam. Terfi edemeyen bir işçiydi, çünkü imtihana girmesi gerekiyordu. İmtihanlarda yazılı yapılıyordu.

İş makinelerinin yağlamasında çalışırmış bilmezdik...

Bir gün babamı görmem gerekti. Fabrika kapısında uzun süre bekledim. Üstü, başı yağlı eli yüzü kirli bir adam geldi. Haberi yokmuş geldiğimden acil kapıya gel deyince telaşla koşup gelmiş. Beni karşısında görünce önce korktu, kötü bir haber mi var diye.

Sonra…

Sonra utandı benden.

Onu öyle gördüğüm için utandı. Başı daima öndeydi gözlerini gözlerimden kaçırıyordu. Yağlı ellerini, kirli yüzünü saklamaya, silmeye çalışsa da olmuyordu bir türlü. Yanımızdan beyaz önlüklü biri geçerken saygıyla ayağa kalkıp o gidene kadar ayakta bekledi.

—Şeftir O dedi.

Ve yavaşça fısıldadı

—Oku oğlum oku



Yağlı elleri hala önünde bağlıydı…

Ben ve kardeşlerim o yağlı ellerin o kirli yüzün temiz ve helal kazancıyla üniversiteyi okuduk.

İş bulduk, evlendik şimdi bizlerde baba olduk

O’nun sayesinde,

O’nun amirinin karşısında bağlı duran yağlı ellerinin sayesinde...

Babam fakirdi, garipti, yoksuldu. Ne bana ne de kardeşlerime bir şey bırakamadı.

Hala kerpiç duvarlı yıkılmak üzere olan o evinde oturuyor. Kimseye muhtaç olmadan yaşıyor. Ve hala bayramdan bayrama da olsa bile belki gelirler diye, oğulları, kızları ve torunları için bahçedeki yemiş ağaçlarının meyvelerini kimselere yedirmiyor...

Babam bize bir hazine miras bıraktı, onurlu dürüst ve namuslu bir isim.

Hiçbir zaman “Seni seviyorum” diyemediğim, ondan da duymadığım babam.

Babalar günümüz kutlu olsun…

“Seni Seviyorum”

Baba…

Cebrail KELEŞ 2009-Kastamonu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder