18 Haziran 2013 Salı

BİZİM VALİMİZLE, BİZİM ILGAZ’DA

“Sadece bu çiçekleri için bile sevdalanılır bu dağa”


Benim sevdamın adıdır Ilgaz,
Bu dağı ne kadar sevdiğimi bir ben bilirim, bir de beni yaradan.
Öyle ki; Ilgaz’ı görmediğim her yer bana gurbettir demişim, Memleketten uzaklaşırken son kez el salladığım, dönüşte ilk gördüğümde işte geldim memleketteyim artık dediğim,
Benim dağım diye sahiplendiğim,
Ben birini sevdim mi “Ilgaz” kadar severim dediğim, sevgimin ölçü biriminin adıdır Ilgaz.
Mutluyum çünkü şimdi Ilgaz’ın koynundayım ve en sevdiğim yere, doruklarına sevdalandığım dağın zirvesine, Yurdun tepe’ye doğru yol almaktayım.
Ağır ağır zirveye doğru çıkan aracımızın camından bakıyorum, aşağıda yeşilin her tonundan bir orman az yukarısında, yaylalarında, her renkten açmış çiçekleri, gökyüzünde ise uzansam tutacağım yakınlıkta öbek öbek buluttan pamuk tarlalarını görüyorum.
Önümdeki ince yolda, flamasında nazlı nazlı dalgalanan bayrağımızın olduğu araçta, Kastamonu Valisi Erdoğan Bektaş “Bizim Valimiz” var.
Birden araç duruyor.
Vali Bektaş araçtan iniyor önce derin bir nefes alıp Ilgaz’ın havasını doyasıya çekiyor içine, doyumsuz manzaraya bir göz atıp eğiliyor yere.
Çoğu kimsenin farkına varmadığı bir top mor çiçeğin yanına çöküyor.
Bir bebek şefkatiyle seviyor çiçekleri ve diyor ki,
-Sadece bu çiçekleri için bile sevdalanılır bu dağa.

Bir kar çiçeği Manişak

Bu çiçeğin adını bilir misiniz diye soruyor.
Bilen çıkmıyor.
-Bizim oralarda (Trabzon-Tonya) da Güzel kokulu, açık mor renkli çiçekleri olan ve yüksek yaylalarda karların eridiği sulak yerlerde yetişen bu yayla çiçeğine Manişak denir.
Yaylaya çıkanlar dönüşlerinde sevdiklerine bir demet bu çiçekten hediye getirirler. Manisi, türküsü bile vardır.
Guzim geldun yayladan
Getırdun mi manişak
Birkaç dal manişak çiçeği alıyor yayla dönüşü hediyesi olarak aracına koyuyor.

Dünyanın Çivileri Dağlardır”

Zirvedeyiz.
Rakım 2333 metre ve aşağıda gözün alabildiğine bir manzara var ki anlatılmaz güzellikte. Uzaklardan İhsangazi, Kastamonu’nun bir kısmı ve Havalimanı seçiliyor. Karşımızda Haçat, Çatal Ilgaz tepeleriyle daha yakınlarda Tv verici İstasyonu ve oteller bölgesi gözüküyor.
Valimizin yanındayım.
Ben ne zaman zirveye çıksam burada kendimi farklı duygulara kaptırıyor uzun uzun düşünüyorum şimdi Ilgaz’ın zirvesindeyiz, siz ne hissediyorsunuz dediğimde,
Zirveye çıkan insanın farklı düşünmesi normaldir çünkü ufku açıktır, önünde bir engel kalmamıştır o zaman daha başka şeyler düşünmeye başlar.
Dağlar ise Kuran- Kerimde, bu dünyanın direkleri, dengesi çivileri olarak tanımlanmıştır.
Ve dağları, çiviler gibi çaktık. Nebe Süresi 7.ayet”
Zirveden aşağı valimizle birlikte yürüyerek yaklaşık 3-4 km’lik çok keyifli bir iniş gerçekleştiriyoruz.
Valimiz bir yandan kayak pistiyle ilgili incelemelerini yapıyor talimatlar veriyor bir yandan da araziyi bitkileri inceliyor.
Eğilip yerden bir yaprak koparıyor,
-Hiç denedin mi bunu diyor,
-Yok diyorum sayın valim nedir bu,
Ekşimen bir yaprağı vardır genç filizleri ve taze yaprakları çok lezzetlidir deyip bir yaprağı uzatıyor. Ben her gittiğim arazide yiyecek bir şey bulurum diye ekliyor.
Hakikaten limonumsu bir tadı var ve çok hoş.
Doğayı bu kadar iyi nasıl tanıdınız okul okumaktan doğayı tanıma fırsatı nasıl buldunuz diye sorduğumda,
Okul bana engel olmadı, kışın okuyup yazın köye gelirdim. Çobanlık dâhil köydeki her şeyi yaparken doğayı da tanıma fırsatı elde ettim.
Annem halen Tonya’da köyümüzde yaşıyor, yine eskisi gibi hayatını devam ettiriyor. İnekleri var onları çok seviyor ve onlardan vazgeçemiyor. Diye anlatıyor bu doğa sevgisinin bilgisinin kaynağını.

Ahududu ormanında lezzete randevu

Ilgaz’ın o kadar yükseğindeyiz ki (2000 metre ve üstü.) burada artık ağaç yetişmiyor. Onun yerine küçük çalılıklar ağaççıklar var. Yayılıcı ardıç diyorlar.
Bir top çalılık önündeyiz, arada yeşil yapraklarıyla ardıcın kahverengisinden hemen ayırt edilen filizi gösteriyor
Bunu bildin mi? Diye soruyor.
Böğürtlendir sayın valim diyorum.
Hayır, bu ahududu’dur ikisi arasındaki fark ise şudur bunu avuçlayabilirsin dikeni yoktur. Burada yabani ahudududan koca bir orman oluşmuş, ramazan sonrası buraya tekrar gelip olgunlaşmış meyvelerini tatmak lazım diyor.
Ilgaz, yazı bir başka güzel, kışı bir başka güzel, her adımda görebilen için ne büyük güzellikler var.

Pes etmeyen ağaca dokunmayın

Zirveden aşağı indikçe bitki örtüsü de değişiyor. Tek tük çamlar görülmeye başlıyor. Ağaç sınırındaki pist güzergâhında ilk karaçam karşımıza çıkıyor.
Kısa boylu ama oldukça kalın bir ağaç. Dalları, gövdesi, kolları bunca yılın mücadelesinin izlerini taşıyor. Tepesine inen koca bir yıldırım ağacı nerdeyse ikiye bölmüş.
Belki yüzyıldan fazla bir zamandır her kış metrelerce kar altında kalmış, dalları bunca kar yükünü taşıyamamış bazısı kırılmış, bazısı eğilmiş, bükülmüş, ince dallarına ise bahar aylarında yaz başlarında fırtınalar şekil vermiş, tüm bunlar yetmezmiş gibi defalarca da yıldırım atmış yarmış gövdesini kabuğunu,
Ama hala hayatta hala sağlıklı bir şekilde tutunuyor yaşama,
Vali Bektaş hayranlıkla ağaca bakıyor. Yanına gidip inceliyor ve
-Dokunmayın bu pes etmeyen ağaca, sakın kesilmesin, bunca yıldır ne badireler atlatmış bakın dalına budağına diyor.

Cana kıymadım kıyamam

Peki, bu kadar doğada gezen yaşayan olarak avcılık yaptınız mı diye soruyorum. Duruyor ve Hiç o güzelim hayvanlara kıyılır mı hele ki O geyikler, karacalar, onlara insan bakmaya kıyamıyor kaldı ki vursun.
Hem bir şey söyleyim mi? arada bir Karadeniz’de balık tuttuğum olmuştur onda bile tuttuğum balıkları tekrar suya salardım. Kıyamazdım hiç birine.

Kafalardaki Türkiye-Kastamonu algısını değiştirmeliyiz.

Zirveden aşağı inip alt istasyon yapılacak alanda, ağaç altında çaylarımızı yudumluyoruz.
Bizim aracımızın arkasında valimizin aldırdığı, doğal gaz boru hattı yapılırken yaklaşık on yıl kadar önce atılmış ve hala ilk günkü gibi bozulmadan duran plastik bir boru parçası var.
Vali Bektaş anlatıyor İsviçre’de leman gölünü bir baştanbaşa feribotla geçtik göl çevresi tamamen yürüyüş yollarıyla düzenlenmiş.
Bir tek çöp bir tek pet şişe görmedim. Bizde çevre bilinci hiç gelişmemiş. Diye anlatınca.
Mekanik tesisi yapan uluslar arası firmanın temsilcisi, AB ülkelerinde ihale bedeline toplam yüzde 3 civarında bir miktarda çevre düzenlenmesi için konulur. Tüm iş bittikten sonra bu miktar çevre düzenlenmesi için kullanılır O yapılmazsa hak ediş ödenmez diyor.
Vali Bektaş bir başka konuda da çok dertli.
Yabancı ülkelerin yatırımcıları ve halkının bir kısmında yanlış bir Türkiye imajı var. Zannediyorlar ki bizim ülkemiz Suriye gibi Irak gibi bir yerdir.
Kafasında bu imaj ve öngörü ile Kastamonu’ya gelen firma yetkililerine bizim Entegreyi, Abana motoru, Zintaş’ı gezdirdiğimizde sanayimiz hakkında Ilgaz’ı ve diğer doğa harikası yerleri, kültür mirasımız eserlerimizi gezdirdiğimizde tarihimiz, medeniyetimiz hakkında kafalarındaki o yanlış algı gidiyor.

Teşekkürler…

Vali Erdoğan Bektaş son kontrollerini de yapıp Ilgaz’dan aşağı iniyor.
Ben zirvedeki yurdun tepeye çıkıp oturuyorum. Kulaklarımda Ilgaz’ın esen serin yelinde gizlenen türküsü var.
Karşımdaki manzaraya bakıp
Ben, ne kadar şanslıyım ki bunu görebilen nadir kişilerdenim,
Kastamonu olarak ne kadar şanslıyız ki bu güzelliğe sahibiz,
Diyor ve her ikisi için şükrediyorum.
Bir teşekkürde Ilgaz’ın dağında, yaylalarında adım atmadık yer bırakmayan,
“Sadece bu çiçekleri için bile sevdalanılır” bu dağa diyebilen,
Kar altından sızan suyun oluşturduğu dereden yatıp su içebilen,
İnsanı, hayvanı, taşı, toprağı tüm tabiatı, kısaca yaratılanı seveceksin yaradandan ötürü diyebilen valimize teşekkür ediyorum.









16 Haziran 2013 Pazar

BENİM BABAM

Benim babam okuma yazma bilmezdi…


Ama her gün cebinde bir gazeteyle eve gelirdi

—Oku oğlum şu resmin altını oku bakalım... Başvekil ne demiş, Paşa ne demiş. Oku derdi. Ağabeylerim, ben hepimiz sırayla okurduk.

Sonra pehlivan tefrikalarının olduğu kısmı okuturdu. Dikkatle dinlerdi. Bazen bir deftere mahallenin, günün, dünyanın önemli olaylarını not ettirirdi.

Şimdilerde Varoş diyorlar. Öyle bir mahalledeydi evimiz. Küçük bir bahçesi olan kerpiç duvarlı çatısız, toprak damlı bir evdi.

Sonraları tüm mahalledeki evler bir bir çatılandı, Bizimki eksik kalır mı hemen yaptırdı babam, artık bizimde kiremitli bir evimiz vardı.

Benim babam mütedeyyin bir adamdı.

Emekli olunca Hacca gitti.

Mahalle camimizin önüne arada bir seyyar satıcı kitap getirirdi. Babam kitabın kapağındaki resmine bakar öyle alırdı. O zamanlar akşamları çok sık kesilen elektrikler yüzünden çoğunlukla gaz lambası ışığında tüm kardeşler sırasıyla o kitabı okurduk...

Hz. Âlinin Hayber Kalesi cengi en sevdiği kitaptı.

Fabrikada işçiydi babam. Terfi edemeyen bir işçiydi, çünkü imtihana girmesi gerekiyordu. İmtihanlarda yazılı yapılıyordu.

İş makinelerinin yağlamasında çalışırmış bilmezdik...

Bir gün babamı görmem gerekti. Fabrika kapısında uzun süre bekledim. Üstü, başı yağlı eli yüzü kirli bir adam geldi. Haberi yokmuş geldiğimden acil kapıya gel deyince telaşla koşup gelmiş. Beni karşısında görünce önce korktu, kötü bir haber mi var diye.

Sonra…

Sonra utandı benden.

Onu öyle gördüğüm için utandı. Başı daima öndeydi gözlerini gözlerimden kaçırıyordu. Yağlı ellerini, kirli yüzünü saklamaya, silmeye çalışsa da olmuyordu bir türlü. Yanımızdan beyaz önlüklü biri geçerken saygıyla ayağa kalkıp o gidene kadar ayakta bekledi.

—Şeftir O dedi.

Ve yavaşça fısıldadı

—Oku oğlum oku



Yağlı elleri hala önünde bağlıydı…

Ben ve kardeşlerim o yağlı ellerin o kirli yüzün temiz ve helal kazancıyla üniversiteyi okuduk.

İş bulduk, evlendik şimdi bizlerde baba olduk

O’nun sayesinde,

O’nun amirinin karşısında bağlı duran yağlı ellerinin sayesinde...

Babam fakirdi, garipti, yoksuldu. Ne bana ne de kardeşlerime bir şey bırakamadı.

Hala kerpiç duvarlı yıkılmak üzere olan o evinde oturuyor. Kimseye muhtaç olmadan yaşıyor. Ve hala bayramdan bayrama da olsa bile belki gelirler diye, oğulları, kızları ve torunları için bahçedeki yemiş ağaçlarının meyvelerini kimselere yedirmiyor...

Babam bize bir hazine miras bıraktı, onurlu dürüst ve namuslu bir isim.

Hiçbir zaman “Seni seviyorum” diyemediğim, ondan da duymadığım babam.

Babalar günümüz kutlu olsun…

“Seni Seviyorum”

Baba…

Cebrail KELEŞ 2009-Kastamonu