Bu şehre sonbahar usul usul gelir.
Önce kara çomak üstüne sararmış bir yaprak düşer.
Sonra Onu diğerleri izler.
Hele Ilgaz’ın tepelerine kar yağmışsa bir gece aniden.
Tutulmaz olur o yapraklar.
Bir bir kara çomağın kucağında bulur kendini.
Yağmurlar yağar bu şehre sonbahar kokulu.
Yakalarını kaldırıp adımlarını hızlandıran kişiler görürüm geniş kaldırımlarda,
düşen yapraklara basıp geçerken
sonbahar kokulu bu yağmurlarda ıslanan.
Ve kambur köprünün tutsakları sonbaharda daha bir hüzünle beklerler.
Bir iş çıkacak diye bekleşenlerdir bu gönüllü tutsaklar.
Kale her daim rüzgârlıdır bu mevsim.
Dalgalanan nazlı bayrağın altında ne gam ne keder der gibidir.
Bu şehrin sokaklarına sonbahar gelir usul usul.
Her sabah yolumun üstündeki çınarlar ayaklarımın altına halı sererler yapraktan.
Ben yürürken o halının üstünde serin bir yel eser yüzüme.
Nasrullah’ta, Meydanda, oturamaz olmuşken masalarda,
Ben elimde makine dolanırım bu şehrin sonbahar kokulu sokaklarında.…
Düşen her yaprak hayattan çalınmış bir yudum mutluluktur.
Ta ki yere düşene dek.
O kısacık anda yaprak özgürdür.
Savrulsa da esen yelde ne gam ...
Bir kerecik olsa da özgürdür.
Şimdi bu şehirde sonbahardır.
Ben de bu şehrin yüzlerce çınarının binlerce yaprağından biriyim.
Düştüm düşeceğim diye bekliyorum.
O bir anlık özgürlüğü bekliyorum.
Belki düşerim kaldırımlara çiğnenirim.
Belki düşerim kara çomağın kucağına alır götürür beni uzaklara.
Bilmiyorum.
Bekliyorum.
Bu şehre sonbahar geldi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder