…
Aşkın hikâyesini durmaksızın feryat eden bülbüle değil,
Sessiz sedasız can veren pervanelere sor demişler.
…
Kastamonu Çatalzeytin yolunda yaralı gözün zirvesindeyim. Kar yağıyor inceden. Devrekaniden beri devam eden yağmur yukarılara çıktıkça önce sulu sepkene daha sonra kara dönüşüyor. Ağır ağır iniyorum asırlık çamların yeşiline inat çamurun kahverengisiyle kaplanmış yoldan.
“Yaralı gözün zirvesinde bu günlerde yoğun bir çalışma var. Yol genişletme için yapılan çalışmalar sürücülere hayli zor anlar yaşatıyor. O yolu kullanacakların dikkatli olmalarını öneririm.”
Çatalzeytin’e, Bozkurt’a Abana’ya giderken yaralı gözün zirvesinde mola verdiğim ve bir bardak çay içtiğim gözleme yediğim küçük kulübeler kapanmış. Sebebi ise gelen kış ve inşaat çalışmaları diyorlar.
Yol kenarında dumanı tüten bir yer var. Sevinip hemen kenara çekip içeri giriyorum.
Naylon tavanlı derme çatma bir yer. Bu tavanın üstüne kar, yağmur taneleri tıpır tıpır dökülüyor. Üç beş sandalyesi bir masası bir de gürül gürül yanan odun sobası var.
İçeride iki kişi var. Biri çay ocağının sahibi, diğeri önüne aldığı bir sepet kanlıca mantarını satmaya çalışan Kemal Dayı.
Bir de kedi var gelen müşterileri karşılayan onların ayakları etrafında dolanan mırlayan siyah bir kedi.
Soba gürül gürül yanıyor. Kedi etrafta dolanıyor.
Kemal Dayı Devrekâni’nin Kuz köyündenmiş. Yetmiş yaşında olmasına rağmen oldukça dinç görünen ve dağlarda topladığı mantarları satarak geçimine katkıda bulunmaya çalışan bir köylü.
Yaralıgözün dağlarında yetmiş yıldır dolanan bir gezgin olan Kemal Dayı. Her çalıyı, her ağacı bilen kısaca mantarı aramayan onu eliyle yetiştirmiş, ekmiş gibi bilen bir doğa dostu.
Bir pervane gibi sessiz sedasız ışığa koşanlardan.
Kastamonu’ya bu topraklara aşkını feryat figan yaşamayanlardan.
Yıkılan her ağaç için üzülen, yeşeren her fidan için sevinen bir doğa dostu.
Yetmiş yıldır bu toprakların bu ormanın ekmeğini yiyip, suyunu içen havasını soluyan ormanla birlikte yaşayıp birlikte yaşanan bir doğa dostu.
Motosikletiyle her gün geçtiği bu yoldan sessiz sedasız ormana doğru koşan bir pervane.
Bülbül gibi Feryat figan etmese de Kastamonu aşkını, doğa aşkını en iyi bilenlerden.
Nedir bu aşk diye sorarsanız;
—Yıllardır bu dağlarda gezerim, ne o dağda yaşayanlar bana zarar verdi ne ben onlara. Kardeşçe yaşadık yetmiş yıldır.
…
Belki de bir ömür doğayla barışık yaşamanın özetiydi bu sözler.
Bu günlerde Kastamonu’da baraj çalışmaları gündemde.
Yapılsın mı yapılmasın mı tartışılıyor.
Uzmanların görüşünü dinledim bu hafta sonu.
Kemal Dayı ise;
—Yetmiş yıldır yaşadığım dağlardan bir zarar görmedim, O’na da bir zarar vermedim. diyerek konuyu özetliyor.
Kastamonu aşkını ben Yaralıgözün zirvesinde dağlardan topladığı mantarları satan Kemal Dayıma sordum.
—Toprak, dedi.
Isırganlıkta sırtındaki bohçasıyla yokuş yukarı giden bacıma sordum.
—Çeyizimdir dedi.
Çatalzeytinde balıkçıya sordum,
—Denizdir, dalgadır, balıktır, tuzdur dedi.
Kendime sordum nedir bu aşk diye.
Hayat dedim kısaca,
Dokunmayın hayatıma.
…
Hayatıma dokunmayın.
Aşkın hikâyesini durmaksızın feryat eden bülbüle değil,
Sessiz sedasız can veren pervanelere sor demişler.
…
Kastamonu Çatalzeytin yolunda yaralı gözün zirvesindeyim. Kar yağıyor inceden. Devrekaniden beri devam eden yağmur yukarılara çıktıkça önce sulu sepkene daha sonra kara dönüşüyor. Ağır ağır iniyorum asırlık çamların yeşiline inat çamurun kahverengisiyle kaplanmış yoldan.
“Yaralı gözün zirvesinde bu günlerde yoğun bir çalışma var. Yol genişletme için yapılan çalışmalar sürücülere hayli zor anlar yaşatıyor. O yolu kullanacakların dikkatli olmalarını öneririm.”
Çatalzeytin’e, Bozkurt’a Abana’ya giderken yaralı gözün zirvesinde mola verdiğim ve bir bardak çay içtiğim gözleme yediğim küçük kulübeler kapanmış. Sebebi ise gelen kış ve inşaat çalışmaları diyorlar.
Yol kenarında dumanı tüten bir yer var. Sevinip hemen kenara çekip içeri giriyorum.
Naylon tavanlı derme çatma bir yer. Bu tavanın üstüne kar, yağmur taneleri tıpır tıpır dökülüyor. Üç beş sandalyesi bir masası bir de gürül gürül yanan odun sobası var.
İçeride iki kişi var. Biri çay ocağının sahibi, diğeri önüne aldığı bir sepet kanlıca mantarını satmaya çalışan Kemal Dayı.
Bir de kedi var gelen müşterileri karşılayan onların ayakları etrafında dolanan mırlayan siyah bir kedi.
Soba gürül gürül yanıyor. Kedi etrafta dolanıyor.
Kemal Dayı Devrekâni’nin Kuz köyündenmiş. Yetmiş yaşında olmasına rağmen oldukça dinç görünen ve dağlarda topladığı mantarları satarak geçimine katkıda bulunmaya çalışan bir köylü.
Yaralıgözün dağlarında yetmiş yıldır dolanan bir gezgin olan Kemal Dayı. Her çalıyı, her ağacı bilen kısaca mantarı aramayan onu eliyle yetiştirmiş, ekmiş gibi bilen bir doğa dostu.
Bir pervane gibi sessiz sedasız ışığa koşanlardan.
Kastamonu’ya bu topraklara aşkını feryat figan yaşamayanlardan.
Yıkılan her ağaç için üzülen, yeşeren her fidan için sevinen bir doğa dostu.
Yetmiş yıldır bu toprakların bu ormanın ekmeğini yiyip, suyunu içen havasını soluyan ormanla birlikte yaşayıp birlikte yaşanan bir doğa dostu.
Motosikletiyle her gün geçtiği bu yoldan sessiz sedasız ormana doğru koşan bir pervane.
Bülbül gibi Feryat figan etmese de Kastamonu aşkını, doğa aşkını en iyi bilenlerden.
Nedir bu aşk diye sorarsanız;
—Yıllardır bu dağlarda gezerim, ne o dağda yaşayanlar bana zarar verdi ne ben onlara. Kardeşçe yaşadık yetmiş yıldır.
…
Belki de bir ömür doğayla barışık yaşamanın özetiydi bu sözler.
Bu günlerde Kastamonu’da baraj çalışmaları gündemde.
Yapılsın mı yapılmasın mı tartışılıyor.
Uzmanların görüşünü dinledim bu hafta sonu.
Kemal Dayı ise;
—Yetmiş yıldır yaşadığım dağlardan bir zarar görmedim, O’na da bir zarar vermedim. diyerek konuyu özetliyor.
Kastamonu aşkını ben Yaralıgözün zirvesinde dağlardan topladığı mantarları satan Kemal Dayıma sordum.
—Toprak, dedi.
Isırganlıkta sırtındaki bohçasıyla yokuş yukarı giden bacıma sordum.
—Çeyizimdir dedi.
Çatalzeytinde balıkçıya sordum,
—Denizdir, dalgadır, balıktır, tuzdur dedi.
Kendime sordum nedir bu aşk diye.
Hayat dedim kısaca,
Dokunmayın hayatıma.
…
Hayatıma dokunmayın.